Ayetel Kürsi

Ayetel Kürsi hakkında Hadisi Şerif; "Yatağa girdin mi Ayetel Kürsi'yi sonuna kadar oku. Bunu yaparsan Allah senin üzerine muhafız bir melek diker, sabah oluncaya kadar sana şeytan yaklaşamaz."

 

Şuara Suresi (Şu'arâ Sûresî) okunuşu ve anlamı

طسم (١)

1-)

Diyanet: Tâ Sîn Mîm.

Diyanet Vakfı: Tâ. Sîn. Mîm.

E. Hamdi Yazır: Tâ, Sîn, Mîm.

تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ (٢)

2-)

Diyanet: Bunlar, apaçık Kitab'ın âyetleridir.

Diyanet Vakfı: Bunlar, apaçık Kitab'ın âyetleridir.

E. Hamdi Yazır: Bunlar sana apaçık kitabın âyetleridir.

لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ أَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ (٣)

3-)

Diyanet: Ey Muhammed! Mü'min olmuyorlar diye âdeta kendini helâk edeceksin!

Diyanet Vakfı: (Resûlüm!) Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!

E. Hamdi Yazır: (Resulüm!) Onlar iman etmiyorlar diye adeta kendine kıyacaksın!

إِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَاءِ آيَةً فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِعِينَ (٤)

4-)

Diyanet: Biz dilesek, onlara gökten bir mucize indiririz de, ona boyun eğmek zorunda kalırlar.

Diyanet Vakfı: Biz dilesek, onların üzerine gökten bir mucize indiririz de, ona boyunları eğilip kalır.

E. Hamdi Yazır: Biz dilersek onların üzerlerine gökten bir âyet (mucize) indiririz de, ona boyunları eğilekalır.

وَمَا يَأْتِيهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنَ الرَّحْمَنِ مُحْدَثٍ إِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِضِينَ (٥)

5-)

Diyanet: Rahmân'dan kendilerine gelen her yeni öğütten mutlaka yüz çevirirler.

Diyanet Vakfı: Kendilerine, o çok esirgeyici Allah'tan hiçbir yeni öğüt gelmez ki, ondan yüz çevirmesinler.

E. Hamdi Yazır: Bununla beraber kendilerine O Rahmân'dan yeni bir öğüt gelmeyedursun, ille ondan yüz çevirirler.

فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْتِيهِمْ أَنْبَاءُ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (٦)

6-)

Diyanet: Onlar (Allah'ın âyetlerini) yalanladılar, fakat alay edegeldikleri şeylerin haberleri başlarına gelecek.

Diyanet Vakfı: Üstelik (ona) "yalandır" derler; fakat alay edip durdukları şeylerin haberleri yakında onlara gelecektir.

E. Hamdi Yazır: Üstelik (ona) "yalandır" dediler; fakat onlara alay edip durdukları şeyin haberleri yakında gelecektir.

أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الْأَرْضِ كَمْ أَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ (٧)

7-)

Diyanet: Yeryüzüne bakmazlar mı, orada her türden nice güzel ve yararlı bitkiler bitirdik.

Diyanet Vakfı: Yeryüzüne bir bakmazlar mı! Orada her güzel çiftten nice bitkiler yetiştirdik.

E. Hamdi Yazır: Yeryüzüne bir bakmadılar mı? Biz orada her güzel çiftten nice bitkiler yetiştirmişiz.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ (٨)

8-)

Diyanet: Şüphesiz bunlarda (Allah'ın varlığına) bir delil vardır, ama onların çoğu inanmamaktadırlar.

Diyanet Vakfı: Şüphesiz bunlarda (Allah'ın kudretine) bir nişâne vardır; ama çoğu iman etmezler.

E. Hamdi Yazır: Şüphesiz ki bunda mutlak bir âyet (nişane) vardır; ama onların çoğu iman etmezler.

وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (٩)

9-)

Diyanet: Şüphesiz senin Rabbin, elbette mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.

Diyanet Vakfı: Şüphe yok ki Rabbin, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

E. Hamdi Yazır: Ve şüphe yok ki Rabbin, galip ve engin merhamet sahibidir.

وَإِذْ نَادَى رَبُّكَ مُوسَى أَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (١٠)

10-)

Diyanet: Hani Rabbin, Mûsâ'ya; "Zalimler topluluğuna,

Diyanet Vakfı: Hani Rabbin Musa'ya: O zalimler güruhuna, Firavun'un kavmine git. Hâla (başlarına gelecekten) sakınmayacaklar mı onlar? diye seslenmişti.

E. Hamdi Yazır: Bir vakit de Rabbin, Musa'ya nida edip "Git o zalim kavme" dedi.

قَوْمَ فِرْعَوْنَ أَلَا يَتَّقُونَ (١١)

11-)

Diyanet: Firavun'un kavmine git! Başlarına geleceklerden hâlâ korkmuyorlar mı?" diye seslenmişti.

Diyanet Vakfı: Hani Rabbin Musa'ya: O zalimler güruhuna, Firavun'un kavmine git. Hâla (başlarına gelecekten) sakınmayacaklar mı onlar? diye seslenmişti.

E. Hamdi Yazır: "Firavun kavmine, hâlâ sakınmayacaklar mı?"

قَالَ رَبِّ إِنِّي أَخَافُ أَنْ يُكَذِّبُونِ (١٢)

12-)

Diyanet: Mûsâ, şöyle dedi: "Ey Rabbim! Muhakkak ki ben, beni yalanlamalarından korkuyorum."

Diyanet Vakfı: Musa şöyle dedi: Rabbim! Doğrusu, beni yalancılıkla suçlamalarından korkuyorum.

E. Hamdi Yazır: (Musa) şöyle seslendi: "Ya Rab! Doğrusu ben korkarım ki beni yalancı sayarlar."

وَيَضِيقُ صَدْرِي وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَانِي فَأَرْسِلْ إِلَى هَارُونَ (١٣)

13-)

Diyanet: "Göğsüm daralır. Akıcı konuşamam. Onun için, Hârûn'a da peygamberlik ver (ve onu bana yardımcı yap)."

Diyanet Vakfı: (Bu durumda) içim daralır, dilim dönmez; onun için Harun'a da elçilik ver.

E. Hamdi Yazır: "Ve göğsüm daralır, dilim dönmez, onun için Harun'a da elçilik ver."

وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ فَأَخَافُ أَنْ يَقْتُلُونِ (١٤)

14-)

Diyanet: "Bir de onlara karşı ben suçlu durumundayım. Bu yüzden onların beni öldürmelerinden korkarım."

Diyanet Vakfı: Onların bana isnad ettikleri bir suç da var. Bundan ötürü beni öldürmelerinden korkuyorum.

E. Hamdi Yazır: "Hem onların bana isnad ettikleri bir suç var. Ondan dolayı korkarım ki, hemen beni öldürürler."

قَالَ كَلَّا فَاذْهَبَا بِآيَاتِنَا إِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ (١٥)

15-)

Diyanet: Allah dedi ki, "Hayır, korkma! Mucizelerimizle gidin. Çünkü biz sizinle beraberiz, (her şeyi) işitmekteyiz."

Diyanet Vakfı: Allah buyurdu: Hayır (seni asla öldüremezler)! İkiniz mucizelerimizle gidin. Şüphesiz ki, biz sizinle beraberiz, (her şeyi) işitmekteyiz.

E. Hamdi Yazır: (Allah): "Hayır hayır" buyurdu, "haydi ikiniz âyetlerimizle (mucizelerimizle) gidin. Şüphesiz ki, biz sizinle beraberiz. (Onları) işitiyoruz."

فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَا إِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ (١٦)

16-)

Diyanet: "Firavun'a gidin ve deyin: "Şüphesiz biz âlemlerin Rabbinin elçisiyiz",

Diyanet Vakfı: Haydi Firavun'a gidip deyin ki: Gerçekten biz, âlemlerin Rabbi'nin elçisiyiz;

E. Hamdi Yazır: "Haydin Firavun'a gidin de deyin ki: İnan biz, âlemlerin Rabbinin elçisiyiz.

أَنْ أَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ (١٧)

17-)

Diyanet: "İsrailoğullarını bizimle beraber gönder."

Diyanet Vakfı: İsrailoğullarını bizimle beraber gönder.

E. Hamdi Yazır: İsrail oğullarını bizimle beraber gönder."

قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا وَلِيدًا وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ (١٨)

18-)

Diyanet: Firavun, şöyle dedi: "Seni biz küçük bir çocuk olarak alıp aramızda büyütmedik mi? Sen ömrünün nice yıllarını aramızda geçirdin."

Diyanet Vakfı: (Kendisine Allah'ın emri tebliğ edilince Firavun) dedi ki: Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi?

E. Hamdi Yazır: "Â, dedi, biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının bir çok yıllarını aramızda geçirmedin mi?"

وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّتِي فَعَلْتَ وَأَنْتَ مِنَ الْكَافِرِينَ (١٩)

19-)

Diyanet: "(Böyle iken) sen o yaptığın işi yaptın (adam öldürdün). Sen nankörlerdensin."

Diyanet Vakfı: Sonunda o yaptığın (kötü) işi de yaptın. Sen nankörün birisin!

E. Hamdi Yazır: "Sonunda o yaptığın (kötü) işi de yaptın. Sen nankörün birisin!"

قَالَ فَعَلْتُهَا إِذًا وَأَنَا مِنَ الضَّالِّينَ (٢٠)

20-)

Diyanet: Mûsâ, şöyle dedi: "Ben onu, o vakit kendimi kaybetmiş bir hâlde iken (istemeyerek) yaptım."

Diyanet Vakfı: Musa: Ben, dedi, o işi o anda sonunun ne olacağını bilmeyerek yaptım

E. Hamdi Yazır: Musa, "Ben, dedi, o işi o anda yaptım ki şaşkınlardandım."

فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِي رَبِّي حُكْمًا وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُرْسَلِينَ (٢١)

21-)

Diyanet: "Sizden korktuğum için de hemen aranızdan kaçtım. Derken, Rabbim bana hüküm ve hikmet bahşetti de beni peygamberlerden kıldı."

Diyanet Vakfı: Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı.

E. Hamdi Yazır: "Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı."

وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ أَنْ عَبَّدْتَ بَنِي إِسْرَائِيلَ (٢٢)

22-)

Diyanet: "Senin başıma kaktığın bu nimet (gerçekte) İsrailoğullarını köleleştirmen(in neticesi)dir."

Diyanet Vakfı: O nimet diye başıma kaktığın ise, (aslında) İsrailoğullarını kendine kul köle etmendir.

E. Hamdi Yazır: "O başıma kaktığın nimet de (aslında) İsrail oğullarını kendine köle edinmiş olmandır. "

قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَمِينَ (٢٣)

23-)

Diyanet: Firavun, "Âlemlerin Rabbi de nedir?" dedi.

Diyanet Vakfı: Firavun şöyle dedi: Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir?

E. Hamdi Yazır: Firavun şöyle dedi: "Âlemlerin Rabbi dediğin nedir ki?"

قَالَ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا إِنْ كُنْتُمْ مُوقِنِينَ (٢٤)

24-)

Diyanet: Mûsâ, "O, göklerin ve yerin ve her ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer gerçekten inanırsanız bu böyledir."

Diyanet Vakfı: Musa cevap verdi: Eğer işin gerçeğini düşünüp anlayan kişiler olsanız, (itiraf edersiniz ki) O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir.

E. Hamdi Yazır: Musa cevap olarak: "Eğer işin gerçeğini düşünüp anlayan kişiler olsanız (itiraf edersiniz ki) O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbi'dir."

قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُ أَلَا تَسْتَمِعُونَ (٢٥)

25-)

Diyanet: Firavun, etrafındakilere (alaycı bir ifade ile) "dinlemez misiniz?" dedi.

Diyanet Vakfı: (Firavun) etrafında bulunanlara: İşitiyor musunuz? dedi.

E. Hamdi Yazır: (Firavun) etrafında bulunanlara: "İşitmiyor musunuz?" dedi.

قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ (٢٦)

26-)

Diyanet: Mûsâ, "O, sizin de Rabbiniz, geçmiş atalarınızın da Rabbidir" dedi.

Diyanet Vakfı: Musa dedi ki: O, sizin de Rabbiniz, daha önceki atalarınızın da Rabbidir.

E. Hamdi Yazır: Musa dedi ki: "O sizin de Rabbiniz, daha önce ki atalarınızın da Rabbidir."

قَالَ إِنَّ رَسُولَكُمُ الَّذِي أُرْسِلَ إِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ (٢٧)

27-)

Diyanet: Firavun, "Bu size gönderilen peygamberiniz, şüphesiz delidir" dedi.

Diyanet Vakfı: Firavun: Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir, dedi.

E. Hamdi Yazır: (Firavun): "Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir" dedi.

قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَا إِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ (٢٨)

28-)

Diyanet: Mûsâ, "O, doğunun da batının da ve ikisi arasındaki her şeyin de Rabbidir. Eğer düşünüyorsanız bu, böyledir" dedi.

Diyanet Vakfı: Musa devamla şunu söyledi: Şayet aklınızı kullansanız (anlarsınız ki), O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir.

E. Hamdi Yazır: Musa devamla şöyle söyledi: "Şayet aklınızı kullansanız (anlarsınız ki), O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir."

قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ إِلَهًا غَيْرِي لَأَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُونِينَ (٢٩)

29-)

Diyanet: Firavun, "Eğer benden başka bir ilâh edinirsen, andolsun seni zindana atılanlardan ederim."

Diyanet Vakfı: Firavun: Benden başkasını tanrı edinirsen, andolsun ki seni zindanlıklardan ederim! dedi.

E. Hamdi Yazır: Firavun: "Benden başkasını ilâh tutarsan, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan ederim" dedi.

قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُبِينٍ (٣٠)

30-)

Diyanet: Mûsâ, "Sana apaçık bir delil getirmiş olsam da mı?" dedi.

Diyanet Vakfı: Musa: Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı? dedi.

E. Hamdi Yazır: Musa sordu: "Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?"

قَالَ فَأْتِ بِهِ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (٣١)

31-)

Diyanet: Firavun, "Doğru söyleyenlerden isen haydi getir onu," dedi.

Diyanet Vakfı: Firavun: Doğru söyleyenlerden isen, haydi getir onu! diye karşılık verdi.

E. Hamdi Yazır: Firavun: "Haydi getir onu bakayım, doğrulardan isen" dedi.

فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُبِينٌ (٣٢)

32-)

Diyanet: Bunun üzerine Mûsâ, asasını attı, bir de ne görsünler, asa açıkça kocaman bir yılan olmuş.

Diyanet Vakfı: Bunun üzerine Musa asâsını atıverdi; bir de ne görsünler, asâ apaçık koca bir yılan (oluvermiş)!

E. Hamdi Yazır: Bunun üzerine Musa asâsını bırakıverdi; apaçık bir ejderha oluverdi.

وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاءُ لِلنَّاظِرِينَ (٣٣)

33-)

Diyanet: Elini koynundan çıkardı, bir de ne görsünler, bakanlara bembeyaz olmuş.

Diyanet Vakfı: Elini de (koynundan) çıkardı; o da seyredenlere bembeyaz görünen (nur saçan bir şey oluvermiş)!

E. Hamdi Yazır: Elini de (koynundan) çekti çıkardı; bakanlara bembeyaz (görünen, nur saçan bir şey) oluverdi.

قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُ إِنَّ هَذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ (٣٤)

34-)

Diyanet: Firavun, çevresindeki ileri gelenlere, "Şüphesiz bu, bilgin bir sihirbazdır" dedi.

Diyanet Vakfı: Firavun, çevresindeki ileri gelenlere: Bu, dedi, doğrusu çok bilgili bir sihirbaz!

E. Hamdi Yazır: Firavun çevresinde bulunan ileri gelenlere: "Bu dedi, herhalde çok bilgili bir sihirbaz!"

يُرِيدُ أَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ أَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ (٣٥)

35-)

Diyanet: "Sizi, yaptığı sihirle, yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne dersiniz?"

Diyanet Vakfı: Sizi sihiriyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?

E. Hamdi Yazır: "Sizi sihriyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?"

قَالُوا أَرْجِهْ وَأَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ (٣٦)

36-)

Diyanet: Dediler ki: "Onu ve kardeşini alıkoy. Şehirlere de toplayıcı adamlar gönder."

Diyanet Vakfı: Dediler ki: Onu ve kardeşini eğle ve şehirlere toplayıcı görevliler gönder;

E. Hamdi Yazır: Dediler ki: "Bunu ve kardeşini eğle, şehirlere de toplayıcılar gönder."

يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَلِيمٍ (٣٧)

37-)

Diyanet: "Sana bütün usta sihirbazları getirsinler."

Diyanet Vakfı: Ne kadar bilgisi derin sihirbaz varsa sana getirsinler.

E. Hamdi Yazır: "Bütün bilgiç sihirbazları sana getirsinler."

فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِمِيقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍ (٣٨)

38-)

Diyanet: Böylece sihirbazlar, belli bir günün belirlenen bir vaktinde bir araya getirildiler.

Diyanet Vakfı: Böylece sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde biraraya getirildi.

E. Hamdi Yazır: Böylece, sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi.

وَقِيلَ لِلنَّاسِ هَلْ أَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَ (٣٩)

39-)

Diyanet: İnsanlara da "Siz de toplanır mısınız?" denildi.

Diyanet Vakfı: Halka: Siz de toplanıyor musunuz (haydi hemen toplanın), denildi.

E. Hamdi Yazır: Halka, "Siz de toplanıyor musunuz? (Haydi çabuk olun)" denildi.

لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ إِنْ كَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ (٤٠)

40-)

Diyanet: "Umarız, üstün gelirlerse sihirbazlara uyarız" (dediler.)

Diyanet Vakfı: (Firavun'un adamları:) Eğer üstün gelirlerse, herhalde sihirbazlara uyarız, dediler.

E. Hamdi Yazır: "Üstün gelirlerse herhalde sihirbazlara uyarız" dediler.

فَلَمَّا جَاءَ السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ أَئِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِبِينَ (٤١)

41-)

Diyanet: Sihirbazlar gelince, Firavun'a, "Eğer biz üstün gelirsek, gerçekten bize bir mükâfat var mı?" dediler.

Diyanet Vakfı: Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a: Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır değil mi? dediler.

E. Hamdi Yazır: Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a "Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır, değil mi?" dediler.

قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ إِذًا لَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ (٤٢)

42-)

Diyanet: Firavun, "Evet, hem o takdirde mutlaka bana yakın kimselerden olacaksınız" dedi.

Diyanet Vakfı: Firavun cevap verdi: Evet, o takdirde hiç şüphe etmeyin, gözde kimselerden de olacaksınız.

E. Hamdi Yazır: Firavun cevaben: "Evet, o takdirde hiç şüphe etmeyin, gözde kimselerden olacaksınız" dedi.

قَالَ لَهُمْ مُوسَى أَلْقُوا مَا أَنْتُمْ مُلْقُونَ (٤٣)

43-)

Diyanet: Mûsâ onlara, "Hadi ortaya atacağınız şeyi atın" dedi.

Diyanet Vakfı: Musa onlara: Ne atacaksanız atın! dedi.

E. Hamdi Yazır: Musa onlara "Atın, ne atacaksanız" dedi.

فَأَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ إِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ (٤٤)

44-)

Diyanet: Bunun üzerine onlar iplerini ve değneklerini attılar ve "Firavun'un gücüyle elbette bizler üstün geleceğiz" dediler.

Diyanet Vakfı: Bunun üzerine iplerini ve değneklerini attılar ve: Firavun'un kudreti hakkı için elbette bizler galip geleceğiz, dediler.

E. Hamdi Yazır: Bunun üzerine iplerini ve değneklerini attılar ve "Firavun'un kudreti hakkı için şüphesiz elbette bizler galip geleceğiz" dediler.

فَأَلْقَى مُوسَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ (٤٥)

45-)

Diyanet: Mûsâ da asasını attı. Bir de ne görsünler, asa onların düzdükleri sihir takımlarını yutuyor.

Diyanet Vakfı: Sonra Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuveriyor!

E. Hamdi Yazır: Ardından Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor!

فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ (٤٦)

46-)

Diyanet: Bunun üzerine sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.

Diyanet Vakfı: (Bunu görünce) sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.

E. Hamdi Yazır: Sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.

قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمِينَ (٤٧)

47-)

Diyanet: "Âlemlerin Rabbine inandık" dediler.

Diyanet Vakfı: "Alemlerin Rabbine, iman ettik" dediler.

E. Hamdi Yazır: "İman ettik, dediler, Âlemlerin Rabbine "

رَبِّ مُوسَى وَهَارُونَ (٤٨)

48-)

Diyanet: "Mûsâ'nın ve Hârûn'un Rabbi'ne."

Diyanet Vakfı: "Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik" .

E. Hamdi Yazır: "Musa ve Harun'un Rabbine!"

قَالَ آمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ (٤٩)

49-)

Diyanet: Firavun, "Ben size izin vermeden ona inandınız ha? Mutlaka o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Yakında bilip göreceksiniz siz! Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım" dedi.

Diyanet Vakfı: Firavun, (kızgınlık içinde) dedi ki: Ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha! Demek ki size sihiri öğreten büyüğünüzmüş o! Ama şimdi (size yapacağımı görecek ve) bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım!

E. Hamdi Yazır: Firavun (kızgınlık içinde) dedi ki: "Ben size izin vermeden O'na iman ettiniz ha! Anlaşıldı ki o size sihri öğreten büyüğünüzmüş! Ama şimdi bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama ke stireceğim, hepinizi çarmıha gerdireceğim!"

قَالُوا لَا ضَيْرَ إِنَّا إِلَى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَ (٥٠)

50-)

Diyanet: Sihirbazlar şöyle dediler: "Zararı yok, mutlaka Rabbimize döneceğiz."

Diyanet Vakfı: "Zararı yok, dediler, (nasıl olsa) biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz."

E. Hamdi Yazır: "Zararı yok dediler nasıl olsa biz Rabbimize döneceğiz."

إِنَّا نَطْمَعُ أَنْ يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَا أَنْ كُنَّا أَوَّلَ الْمُؤْمِنِينَ (٥١)

51-)

Diyanet: "(Burada) ilk inananlar biz olduğumuz için şüphesiz Rabbimizin, hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz."

Diyanet Vakfı: "Biz, ilk iman edenler olduğumuz için Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umarız."

E. Hamdi Yazır: "Herhalde biz müminlerin evveli olduğumuzdan dolayı, Rabbimizin bize mağfiret buyuracağını ümit ederiz"

وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي إِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ (٥٢)

52-)

Diyanet: Biz Mûsâ'ya, "Kullarımı geceleyin yola çıkar, muhakkak ki takip edileceksiniz" diye vahyettik.

Diyanet Vakfı: Musa'ya: Kullarımı geceleyin yola çıkar; çünkü takip edileceksiniz, diye vahyettik.

E. Hamdi Yazır: Biz, Musa'ya: "Kullarımı geceleyin yola çıkar, çünkü takip edileceksiniz" diye vahyettik.

فَأَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ (٥٣)

53-)

Diyanet: Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi.

Diyanet Vakfı: Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi:

E. Hamdi Yazır: Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi:

إِنَّ هَؤُلَاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَلِيلُونَ (٥٤)

54-)

Diyanet: Dedi ki, "Bunlar pek az ve önemsiz bir topluluktur."

Diyanet Vakfı: "Esasen bunlar, sayıları az, bölük pörçük bir cemaattır."

E. Hamdi Yazır: "Esasen bunlar, sayıları azar azar, bölük pörçük bir cemaattır."

وَإِنَّهُمْ لَنَا لَغَائِظُونَ (٥٥)

55-)

Diyanet: "Şüphesiz onlar bize öfke duyuyorlar."

Diyanet Vakfı: "(Böyle iken) kesinkes bizi öfkelendirmişlerdir."

E. Hamdi Yazır: "(Böyle iken) hakkımızda çok gayz (öfke) besliyorlar. "

وَإِنَّا لَجَمِيعٌ حَاذِرُونَ (٥٦)

56-)

Diyanet: "Ama biz uyanık ve tedbirli bir topluluğuz."

Diyanet Vakfı: "Biz ise, elbette uyanık (ve yekvücut) bir cemaatız." (diyor ve dedirtiyordu).

E. Hamdi Yazır: "Biz ise, elbette uyanık (ve tekvücut) bir cemaatız." (diyor ve dedirtiyordu.)

فَأَخْرَجْنَاهُمْ مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ (٥٧)

57-)

Diyanet: Biz de Firavun'un kavmini bahçelerden, pınar başlarından,

Diyanet Vakfı: Ama (sonunda) biz onları (Firavun ve kavmini), bahçelerden, pınarlardan, çıkardık.

E. Hamdi Yazır: Ama (sonunda) biz, onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden, pınarlardan,

وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ (٥٨)

58-)

Diyanet: servetlerden ve iyi bir konumdan çıkardık.

Diyanet Vakfı: Hazinelerden ve değerli bir yerlerden.

E. Hamdi Yazır: Hazinelerden ve şerefli makamlardan çıkardık.

كَذَلِكَ وَأَوْرَثْنَاهَا بَنِي إِسْرَائِيلَ (٥٩)

59-)

Diyanet: İşte böyle yaptık ve onlara, İsrailoğullarını mirasçı kıldık.

Diyanet Vakfı: Böylece, bunlara İsrailoğullarını mirasçı yaptık.

E. Hamdi Yazır: Ve onlara İsrail oğullarını mirasçı yaptık.

فَأَتْبَعُوهُمْ مُشْرِقِينَ (٦٠)

60-)

Diyanet: Firavun ve adamları gün doğarken onları takibe koyuldular.

Diyanet Vakfı: Derken (Firavun ve adamları) gün doğumunda onların ardına düştüler.

E. Hamdi Yazır: Derken (Firavun ve adamları) güneş doğmuştu ki, onların ardına düştüler.

فَلَمَّا تَرَاءَى الْجَمْعَانِ قَالَ أَصْحَابُ مُوسَى إِنَّا لَمُدْرَكُونَ (٦١)

61-)

Diyanet: İki topluluk birbirini görünce Mûsâ'nın arkadaşları, "Eyvah yakalandık" dediler.

Diyanet Vakfı: İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın adamları: İşte yakalandık! dediler.

E. Hamdi Yazır: İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın adamları "Eyvah, yakalandık! dediler.

قَالَ كَلَّا إِنَّ مَعِيَ رَبِّي سَيَهْدِينِ (٦٢)

62-)

Diyanet: Mûsâ, "Hayır! Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir" dedi.

Diyanet Vakfı: Musa: Asla! dedi, Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir.

E. Hamdi Yazır: Musa: "Hayır, aslâ! dedi, Rabbim şüphesiz benimledir, bana yolunu gösterecektir."

فَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَ فَانْفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظِيمِ (٦٣)

63-)

Diyanet: Bunun üzerine Mûsâ'ya, "Asan ile denize vur" diye vahyettik. Deniz derhal yarıldı. Her parçası koca bir dağ gibiydi.

Diyanet Vakfı: Bunun üzerine Musa'ya: Asân ile denize vur! diye vahyettik. (Vurunca deniz) derhal yarıldı (on iki yol açıldı), her bölük koca bir dağ gibi oldu.

E. Hamdi Yazır: Bunun üzerine Musa'ya "Vur asân ile denize" diye vahyettik; vurunca bir infilak etti, her bölük koca bir dağ gibi oluverdi,

وَأَزْلَفْنَا ثَمَّ الْآخَرِينَ (٦٤)

64-)

Diyanet: Ötekileri de oraya yaklaştırdık.

Diyanet Vakfı: Ötekilerini de oraya yaklaştırdık.

E. Hamdi Yazır: Ötekilerini de buraya yanaştırıvermiştik.

وَأَنْجَيْنَا مُوسَى وَمَنْ مَعَهُ أَجْمَعِينَ (٦٥)

65-)

Diyanet: Mûsâ'yı ve beraberindekilerin hepsini kurtardık.

Diyanet Vakfı: Musa ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık.

E. Hamdi Yazır: Musa ve beraberindekilerin hepsini kurtardık,

ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ (٦٦)

66-)

Diyanet: Sonra ötekileri suda boğduk.

Diyanet Vakfı: Sonra ötekilerini suda boğduk.

E. Hamdi Yazır: Sonra da ötekileri suda boğduk.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ (٦٧)

67-)

Diyanet: Bunda şüphesiz bir ibret vardır. Ama pek çokları iman etmiş değillerdi.

Diyanet Vakfı: Şüphesiz bunda bir ibret vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir.

E. Hamdi Yazır: Şüphesiz bunda bir âyet (ibret) vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir.

وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (٦٨)

68-)

Diyanet: Şüphesiz ki senin Rabbin elbette mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.

Diyanet Vakfı: Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

E. Hamdi Yazır: Ve şüphesiz, işte o Rabbin, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ إِبْرَاهِيمَ (٦٩)

69-)

Diyanet: Ey Muhammed! Onlara İbrahim'in haberini de oku.

Diyanet Vakfı: (Resûlüm!) Onlara İbrahim'in haberini de naklet.

E. Hamdi Yazır: (Resulüm!) onlara İbrahim'in kıssasını da naklet.

إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا تَعْبُدُونَ (٧٠)

70-)

Diyanet: Hani o, babasına ve kavmine, "Neye tapıyorsunuz?" demişti.

Diyanet Vakfı: Hani o, babasına ve kavmine: Neye tapıyorsunuz? demişti.

E. Hamdi Yazır: Hani o, babasına ve kavmine, "Neye tapıyorsunuz?" demişti.

قَالُوا نَعْبُدُ أَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ (٧١)

71-)

Diyanet: "Putlara tapıyoruz ve onlara tapmağa devam edeceğiz" demişlerdi.

Diyanet Vakfı: "Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz" diye cevap verdiler.

E. Hamdi Yazır: "Birtakım putlara taparız da onlar sayesinde toplanırız" dediler.

قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ إِذْ تَدْعُونَ (٧٢)

72-)

Diyanet: İbrahim, dedi ki: "Onlara yalvardığınızda sizi işitiyorlar mı?"

Diyanet Vakfı: İbrahim: Peki, dedi, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı?

E. Hamdi Yazır: İbrahim "Peki, dedi, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı?"

أَوْ يَنْفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ (٧٣)

73-)

Diyanet: "Yahut size fayda veya zararları dokunur mu?"

Diyanet Vakfı: Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı?

E. Hamdi Yazır: "Veya size fayda veya zararları olur mu?"

قَالُوا بَلْ وَجَدْنَا آبَاءَنَا كَذَلِكَ يَفْعَلُونَ (٧٤)

74-)

Diyanet: "Hayır, ama biz babalarımızı böyle yaparken bulduk" dediler.

Diyanet Vakfı: Şöyle cevap verdiler: Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk.

E. Hamdi Yazır: "Yok, dediler, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk."

قَالَ أَفَرَأَيْتُمْ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَ (٧٥)

75-)

Diyanet: İbrahim, şöyle dedi: "gördünüz mü?

Diyanet Vakfı: İbrahim dedi ki: İyi ama, neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü?

E. Hamdi Yazır: İbrahim dedi ki: "İyi ama neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü?"

أَنْتُمْ وَآبَاؤُكُمُ الْأَقْدَمُونَ (٧٦)

76-)

Diyanet: Sizin ve geçmiş atalarınızın taptığı şeyleri."

Diyanet Vakfı: ''İster siz , ister eski atalarınız''

E. Hamdi Yazır: "İster sizin, ister önceki atalarınızın"

فَإِنَّهُمْ عَدُوٌّ لِي إِلَّا رَبَّ الْعَالَمِينَ (٧٧)

77-)

Diyanet: "Şüphesiz onlar benim düşmanımdır. Ancak âlemlerin Rabbi olan Allah, dostumdur."

Diyanet Vakfı: İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim dostumdur);

E. Hamdi Yazır: "Hep onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim dostumdur)"

الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ (٧٨)

78-)

Diyanet: "O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir."

Diyanet Vakfı: Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O'dur.

E. Hamdi Yazır: "O ki, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir,"

وَالَّذِي هُوَ يُطْعِمُنِي وَيَسْقِينِ (٧٩)

79-)

Diyanet: "O, bana yediren ve içirendir."

Diyanet Vakfı: Beni yediren, içiren O'dur.

E. Hamdi Yazır: "Beni yediren, içirendir,"

وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ (٨٠)

80-)

Diyanet: "Hastalandığımda da O bana şifa verir."

Diyanet Vakfı: Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur.

E. Hamdi Yazır: "Hastalandığım zaman bana O, şifâ verir."

وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ (٨١)

81-)

Diyanet: "O, benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır."

Diyanet Vakfı: Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur.

E. Hamdi Yazır: "O ki, benim canımı alacak, sonra diriltecektir. "

وَالَّذِي أَطْمَعُ أَنْ يَغْفِرَ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدِّينِ (٨٢)

82-)

Diyanet: "O, hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur."

Diyanet Vakfı: Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O'dur.

E. Hamdi Yazır: "Ve hesap günü, hatamı bağışlayacağını umduğumdur."

رَبِّ هَبْ لِي حُكْمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ (٨٣)

83-)

Diyanet: "Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni salih kimseler arasına kat."

Diyanet Vakfı: Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.

E. Hamdi Yazır: "Ya Rab! Bana hikmet (hüküm) ver ve beni iyiler (zümresin)e kat."

وَاجْعَلْ لِي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْآخِرِينَ (٨٤)

84-)

Diyanet: "Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan kıl."

Diyanet Vakfı: Bana, sonra gelecekler içinde, iyilikle anılmak nasip eyle!

E. Hamdi Yazır: "Sonra gelecekler içinde beni doğrulukla anılanlardan eyle!"

وَاجْعَلْنِي مِنْ وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّعِيمِ (٨٥)

85-)

Diyanet: "Beni Naîm cennetinin varislerinden eyle."

Diyanet Vakfı: Beni, Naîm cennetinin vârislerinden kıl.

E. Hamdi Yazır: "Ve beni naîm (nimeti bol) cennetin varislerinden eyle!"

وَاغْفِرْ لِأَبِي إِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّالِّينَ (٨٦)

86-)

Diyanet: "Babamı da bağışla. Çünkü o gerçekten yolunu şaşıranlardandır."

Diyanet Vakfı: Babamı da bağışla (ona tevbe ve iman nasip et). Çünkü o sapıklardandır.

E. Hamdi Yazır: "Babamı da bağışla, çünkü o yanlış gidenlerdendir. "

وَلَا تُخْزِنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ (٨٧)

87-)

Diyanet: "(Kulların) diriltilecekleri gün beni utandırma!"

Diyanet Vakfı: (İnsanların) dirilecekleri gün, beni mahcup etme.

E. Hamdi Yazır: "(İnsanların) diriltilecekleri gün, beni mahcub etme."

يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ (٨٨)

88-)

Diyanet: "O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar!"

Diyanet Vakfı: O gün, ne mal fayda verir ne de evlât.

E. Hamdi Yazır: "O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar!"

إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ (٨٩)

89-)

Diyanet: "Allah'a arınmış bir kalp ile gelen başka."

Diyanet Vakfı: Ancak Allah'a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).

E. Hamdi Yazır: "Ancak Allah'a temiz bir kalple gelenler o günde (kurtuluşa erer)."

وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ (٩٠)

90-)

Diyanet: Cennet, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yaklaştırılacak.

Diyanet Vakfı: (O gün) cennet, takvâ sahiplerine yaklaştırılır.

E. Hamdi Yazır: (O gün) Cennet müttakilere yaklaştırılmıştır.

وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِلْغَاوِينَ (٩١)

91-)

Diyanet: Cehennem de azgınlara gösterilecek ve onlara,

Diyanet Vakfı: Cehennem de azgınlara apaçık gösterilir.

E. Hamdi Yazır: Azgınlar için de cehennem hortlatılmıştır.

وَقِيلَ لَهُمْ أَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَ (٩٢)

92-)

Diyanet: "Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarınız nerede?

Diyanet Vakfı: Onlara: Allah'tan gayrı taptıklarınız hani nerede? denilir.

E. Hamdi Yazır: Onlara, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, hani nerede? denilir.

مِنْ دُونِ اللَّهِ هَلْ يَنْصُرُونَكُمْ أَوْ يَنْتَصِرُونَ (٩٣)

93-)

Diyanet: Size yardım ediyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?" denilecek.

Diyanet Vakfı: Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine (olsun) yardımları dokunuyor mu? .

E. Hamdi Yazır: Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?

فَكُبْكِبُوا فِيهَا هُمْ وَالْغَاوُونَ (٩٤)

94-)

Diyanet: Artık onlar ve o azgınlar ile

Diyanet Vakfı: Onlar ve azgınlar oraya tepetaklak (cehenneme) atılırlar.

E. Hamdi Yazır: Ve arkasından hep onlar (putlar ve azgınlar) o cehennemin içine fırlatılmaktadırlar.

وَجُنُودُ إِبْلِيسَ أَجْمَعُونَ (٩٥)

95-)

Diyanet: İblis'in askerleri hepsi birden tepetakla oraya atılırlar.

Diyanet Vakfı: İblis bütün orduları da.

E. Hamdi Yazır: Ve bütün o İblis orduları

قَالُوا وَهُمْ فِيهَا يَخْتَصِمُونَ (٩٦)

96-)

Diyanet: Orada onlar taptıklarıyla çekişerek şöyle derler:

Diyanet Vakfı: Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler:

E. Hamdi Yazır: Onun içinde birbirleriyle çekişirlerken dediler ki:

تَاللَّهِ إِنْ كُنَّا لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ (٩٧)

97-)

Diyanet: "Allah'a andolsun! Biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz."

Diyanet Vakfı: Vallahi, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz.

E. Hamdi Yazır: "Vallahi biz, gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz."

إِذْ نُسَوِّيكُمْ بِرَبِّ الْعَالَمِينَ (٩٨)

98-)

Diyanet: "Çünkü sizi, âlemlerin Rabbi ile bir tutuyorduk."

Diyanet Vakfı: Çünkü biz sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk.

E. Hamdi Yazır: "Çünkü biz sizi, âlemlerin Rabbi ile bir seviyede tutuyorduk."

وَمَا أَضَلَّنَا إِلَّا الْمُجْرِمُونَ (٩٩)

99-)

Diyanet: "Bizi ancak (önderlerimiz olan) suçlular saptırdı."

Diyanet Vakfı: Bizi ancak o günahkârlar saptırdı.

E. Hamdi Yazır: "Ve bizi hep o günahkarlar saptırdı."

فَمَا لَنَا مِنْ شَافِعِينَ (١٠٠)

100-)

Diyanet: "İşte bu yüzden bizim şefaatçilerimiz yok."

Diyanet Vakfı: ''Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz var''.

E. Hamdi Yazır: "Bak bizim için ne şefaatçiler var,"

وَلَا صَدِيقٍ حَمِيمٍ (١٠١)

101-)

Diyanet: "Candan bir dostumuz da yok."

Diyanet Vakfı: ''Ne de yakın bir dostumuz''.

E. Hamdi Yazır: "Ne de yakın bir dost."

فَلَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (١٠٢)

102-)

Diyanet: "Keşke (dünyaya) bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak."

Diyanet Vakfı: Ah keşke bizim için (dünyaya) bir dönüş daha olsa da, müminlerden olsak!

E. Hamdi Yazır: "Ah keşke (dünyaya) bir kere daha dönebilsek de, müminlerden olabilseydik."

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ (١٠٣)

103-)

Diyanet: Elbet bunda bir ibret vardır. Onların çoğu iman etmiş değillerdi.

Diyanet Vakfı: Bunda elbet (alınacak) büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.

E. Hamdi Yazır: Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır; oysa çokları iman etmiş değillerdir.

وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (١٠٤)

104-)

Diyanet: Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi olandır, çok merhametli olandır.

Diyanet Vakfı: Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

E. Hamdi Yazır: Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍ الْمُرْسَلِينَ (١٠٥)

105-)

Diyanet: Nûh'un kavmi de Peygamberleri yalanladı.

Diyanet Vakfı: Nuh kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladılar.

E. Hamdi Yazır: Nuh kavmi de peygamberleri yalancılıkla itham etti.

إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ نُوحٌ أَلَا تَتَّقُونَ (١٠٦)

106-)

Diyanet: Hani kardeşleri Nûh, onlara şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"

Diyanet Vakfı: Kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?

E. Hamdi Yazır: Hani kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: "Siz Allah'tan korkmaz mısınız?"

إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (١٠٧)

107-)

Diyanet: "Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."

Diyanet Vakfı: Bilin ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.

E. Hamdi Yazır: "Haberiniz olsun ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir Peygamberim.

فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (١٠٨)

108-)

Diyanet: "Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin."

Diyanet Vakfı: Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.

E. Hamdi Yazır: "Gelin artık, Allah'tan korkun ve bana itaat edin."

وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ (١٠٩)

109-)

Diyanet: "Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir."

Diyanet Vakfı: Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.

E. Hamdi Yazır: "Buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafaatımı verecek olan ancak, âlemlerin Rabbidir."

فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (١١٠)

110-)

Diyanet: "O hâlde, Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!"

Diyanet Vakfı: Onun için, Allah'tan korkun ve bana itaat edin.

E. Hamdi Yazır: "Gelin, artık, Allah'tan korkun ve bana itaat edin."

قَالُوا أَنُؤْمِنُ لَكَ وَاتَّبَعَكَ الْأَرْذَلُونَ (١١١)

111-)

Diyanet: Dediler ki: "Sana hep aşağılık kimseler uymuş iken, biz hiç sana inanır mıyız?"

Diyanet Vakfı: Onlar şöyle cevap verdiler: Sana düşük seviyeli kimseler tâbi olup dururken, biz sana iman eder miyiz hiç!

E. Hamdi Yazır: "Â, dediler, senin ardına hep düşük kimseler düşmüşken, biz sana hiç inanır mıyız?"

قَالَ وَمَا عِلْمِي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (١١٢)

112-)

Diyanet: Nûh, şöyle dedi: "Onların yaptıklarına dair benim ne bilgim olabilir?"

Diyanet Vakfı: Nuh dedi ki: Onların yaptıkları hakkında bilgim yoktur.

E. Hamdi Yazır: Nuh dedi ki: "Onların yaptıkları hakkında bir bilgim yoktur."

إِنْ حِسَابُهُمْ إِلَّا عَلَى رَبِّي لَوْ تَشْعُرُونَ (١١٣)

113-)

Diyanet: "Onların hesaplarını görmek ancak Rabbime aittir. Bir anlayabilseniz!"

Diyanet Vakfı: Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Bir düşünseniz!

E. Hamdi Yazır: "Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Düşünsenize!"

وَمَا أَنَا بِطَارِدِ الْمُؤْمِنِينَ (١١٤)

114-)

Diyanet: "Ben inananları kovacak değilim."

Diyanet Vakfı: Ben iman eden kimseleri kovacak değilim.

E. Hamdi Yazır: "Hem ben iman edenleri kovmaya memur değilim."

إِنْ أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُبِينٌ (١١٥)

115-)

Diyanet: "Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım."

Diyanet Vakfı: Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.

E. Hamdi Yazır: "Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım."

قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُومِينَ (١١٦)

116-)

Diyanet: Dediler ki: "Ey Nûh! (Bu işten) vazgeçmezsen mutlaka taşlananlardan olacaksın!"

Diyanet Vakfı: Dediler ki: Ey Nuh! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bil ki, taşlanmışlardan olacaksın!

E. Hamdi Yazır: Dediler ki: "Ey Nuh! Eğer vazgeçmezsen, iyi bil ki, taşa tutulanlardan olacaksın!"

قَالَ رَبِّ إِنَّ قَوْمِي كَذَّبُونِ (١١٧)

117-)

Diyanet: Nûh, şöyle dedi: "Ey Rabbim! Kavmim beni yalanladı."

Diyanet Vakfı: Nuh: Rabbim! dedi, kavmim beni yalancılıkla suçladı.

E. Hamdi Yazır: Nuh: "Rabbim! dedi, kavmim beni yalancılıkla itham etti."

فَافْتَحْ بَيْنِي وَبَيْنَهُمْ فَتْحًا وَنَجِّنِي وَمَنْ مَعِيَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (١١٨)

118-)

Diyanet: "Artık onlarla benim aramda sen hükmet. Beni ve benimle birlikte olan mü'minleri kurtar."

Diyanet Vakfı: Artık benimle onların arasında sen hükmünü ver. Beni ve beraberimdeki müminleri kurtar.

E. Hamdi Yazır: "Artık benimle onların arasında sen hükmünü ver. Beni ve beraberimdeki müminleri kurtar."

فَأَنْجَيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ (١١٩)

119-)

Diyanet: Derken biz onu ve beraberindekileri dolu geminin içinde (taşıyıp) kurtardık.

Diyanet Vakfı: Bunun üzerine biz onu ve beraberindekileri, o dolu geminin içinde (taşıyarak) kurtardık.

E. Hamdi Yazır: Bunun üzerine biz de onu ve beraberindekileri, o dolu gemide taşıyarak kurtardık.

ثُمَّ أَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاقِينَ (١٢٠)

120-)

Diyanet: Sonra da geride kalanları suda boğduk.

Diyanet Vakfı: Sonra da geri kalanları suda boğduk.

E. Hamdi Yazır: Sonra da arkasında kalanları suda boğduk.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ (١٢١)

121-)

Diyanet: Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.

Diyanet Vakfı: Doğrusu bunda büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.

E. Hamdi Yazır: Şüphesiz bunda mutlak bir âyet (alınacak ders) vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir.

وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (١٢٢)

122-)

Diyanet: Şüphesiz senin Rabbin mutlak güç sahibi olandır, çok merhametli olandır.

Diyanet Vakfı: Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

E. Hamdi Yazır: Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

كَذَّبَتْ عَادٌ الْمُرْسَلِينَ (١٢٣)

123-)

Diyanet: Âd kavmi de peygamberleri yalanladı.

Diyanet Vakfı: Âd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla suçladı.

E. Hamdi Yazır: Âd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla itham etti.

إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ هُودٌ أَلَا تَتَّقُونَ (١٢٤)

124-)

Diyanet: Hani kardeşleri Hûd, onlara şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"

Diyanet Vakfı: Kardeşleri Hûd onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?

E. Hamdi Yazır: Hani kardeşleri Hûd onlara şöyle demişti: "Siz Allah'tan korkmaz mısınız?"

إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (١٢٥)

125-)

Diyanet: "Şüphesiz ben, size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."

Diyanet Vakfı: Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.

E. Hamdi Yazır: "Haberiniz olsun ki ben, size gönderilmiş, güvenilir bir Peygamberim."

فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (١٢٦)

126-)

Diyanet: "Öyle ise Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin."

Diyanet Vakfı: Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.

E. Hamdi Yazır: "Gelin artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin."

وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ (١٢٧)

127-)

Diyanet: "Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir."

Diyanet Vakfı: Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.

E. Hamdi Yazır: "Buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir. "

أَتَبْنُونَ بِكُلِّ رِيعٍ آيَةً تَعْبَثُونَ (١٢٨)

128-)

Diyanet: "Siz her yüksek yere bir alamet bina yapıp boş şeylerle eğleniyor musunuz?"

Diyanet Vakfı: Siz her yüksek yere bir alâmet dikerek eğleniyor musunuz?

E. Hamdi Yazır: "Siz her tepeye bir alâmet bina edip eğlenir durur musunuz?"

وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَ (١٢٩)

129-)

Diyanet: "İçlerinde ebedî yaşama ümidiyle sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?"

Diyanet Vakfı: Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?

E. Hamdi Yazır: "Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz?"

وَإِذَا بَطَشْتُمْ بَطَشْتُمْ جَبَّارِينَ (١٣٠)

130-)

Diyanet: "Tutup yakaladığınız zaman zorbaca yakalarsınız."

Diyanet Vakfı: Yakaladığınız zaman, zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?

E. Hamdi Yazır: "Hem tuttuğunuz zaman merhametsiz zorbalar gibi tutuyorsunuz."

فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (١٣١)

131-)

Diyanet: "Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin."

Diyanet Vakfı: Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.

E. Hamdi Yazır: "Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin."

وَاتَّقُوا الَّذِي أَمَدَّكُمْ بِمَا تَعْلَمُونَ (١٣٢)

132-)

Diyanet: "Bildiğiniz her şeyi size veren, size hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar veren Allah'a karşı gelmekten sakının."

Diyanet Vakfı: Bildiğiniz şeyleri size bol bol veren, Allah'dan korkun.

E. Hamdi Yazır: "O Allah'tan korkun ki, size o bildiğiniz şeyleri vermekte,"

أَمَدَّكُمْ بِأَنْعَامٍ وَبَنِينَ (١٣٣)

133-)

Diyanet: "Bildiğiniz her şeyi size veren, size hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar veren Allah'a karşı gelmekten sakının."

Diyanet Vakfı: ''O size verdi : davarlar, oğullar".

E. Hamdi Yazır: "Davarlar, oğullar,"

وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍ (١٣٤)

134-)

Diyanet: "Bildiğiniz her şeyi size veren, size hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar veren Allah'a karşı gelmekten sakının."

Diyanet Vakfı: "Bahçeler çeşmeler." (Allah'a karşı gelmek) den sakının.

E. Hamdi Yazır: "Cennet gibi bağlar, bahçeler, pınarlar ihsan etmektedir."

إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ (١٣٥)

135-)

Diyanet: "Çünkü ben, sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum."

Diyanet Vakfı: Doğrusu sizin hakkınızda muazzam bir günün azabından endişe ediyorum.

E. Hamdi Yazır: "Cidden ben sizin hakkınızda büyük bir günün azabından korkuyorum."

قَالُوا سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَوَعَظْتَ أَمْ لَمْ تَكُنْ مِنَ الْوَاعِظِينَ (١٣٦)

136-)

Diyanet: Dediler ki: "Sen ister öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bize göre birdir."

Diyanet Vakfı: (Onlar) şöyle dediler: Sen öğüt versen de, vermesen de bizce birdir.

E. Hamdi Yazır: "Dediler ki: "Sen ha vaaz etmişsin, ha vaaz edenlerden olmamışsın, bizce birdir."

إِنْ هَذَا إِلَّا خُلُقُ الْأَوَّلِينَ (١٣٧)

137-)

Diyanet: "Bu, öncekilerin geleneklerinden başka bir şey değildir."

Diyanet Vakfı: Bu, öncekilerin geleneğinden başka bir şey değildir.

E. Hamdi Yazır: "Bu sırf eskilerin âdetidir."

وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ (١٣٨)

138-)

Diyanet: "Biz azaba uğratılacak da değiliz."

Diyanet Vakfı: Biz azaba uğratılacak da değiliz.

E. Hamdi Yazır: "Biz azaba uğratılacak da değiliz."

فَكَذَّبُوهُ فَأَهْلَكْنَاهُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ (١٣٩)

139-)

Diyanet: Böylece onlar Hûd'u yalanladılar. Biz de bu yüzden onları helâk ettik. Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.

Diyanet Vakfı: Böylece onu yalancılıkla suçladılar; biz de kendilerini helâk ettik. Doğrusu bunda büyük bir ibret vardır; ama çokları iman etmezler.

E. Hamdi Yazır: Böylece onu yalancı saydılar; biz de kendilerini helak ettik. Şüphesiz bunda mutlak bir âyet (alınacak bir ders) vardır, ama çokları iman etmiş değillerdir.

وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (١٤٠)

140-)

Diyanet: Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.

Diyanet Vakfı: Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

E. Hamdi Yazır: Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَلِينَ (١٤١)

141-)

Diyanet: Semûd kavmi de Peygamberleri yalanladı.

Diyanet Vakfı: Semûd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla suçladı.

E. Hamdi Yazır: Semûd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla itham etti.

إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ صَالِحٌ أَلَا تَتَّقُونَ (١٤٢)

142-)

Diyanet: Hani kardeşleri Salih, onlara şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"

Diyanet Vakfı: Kardeşleri Sâlih onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?

E. Hamdi Yazır: Hani kardeşleri Salih onlara şöyle demişti: "Siz Allah'tan korkmaz mısınız?"

إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (١٤٣)

143-)

Diyanet: "Ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."

Diyanet Vakfı: Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.

E. Hamdi Yazır: "Haberiniz olsun ki ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."

فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (١٤٤)

144-)

Diyanet: "Öyle ise Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!"

Diyanet Vakfı: Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.

E. Hamdi Yazır: "Gelin artık, Allah'tan korkun ve bana itaat edin."

وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ (١٤٥)

145-)

Diyanet: "Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir."

Diyanet Vakfı: Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.

E. Hamdi Yazır: "Buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir."

أَتُتْرَكُونَ فِي مَا هَاهُنَا آمِنِينَ (١٤٦)

146-)

Diyanet: "Siz buradaki bahçelerde, pınar başlarında, ekinlerde, meyveleri olgunlaşmış hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?"

Diyanet Vakfı: Siz burada, güven içinde bırakılacak mısınız (sanırsınız)?

E. Hamdi Yazır: "Siz burada güven içinde bırakılacak mısınız?"

فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ (١٤٧)

147-)

Diyanet: "Siz buradaki bahçelerde, pınar başlarında, ekinlerde, meyveleri olgunlaşmış hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?"

Diyanet Vakfı: "Böyle bahçelerde, çeşme başlarında ?"

E. Hamdi Yazır: "Bahçelerin, pınarların içinde,"

وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَضِيمٌ (١٤٨)

148-)

Diyanet: "Siz buradaki bahçelerde, pınar başlarında, ekinlerde, meyveleri olgunlaşmış hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?"

Diyanet Vakfı: "Ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında?"

E. Hamdi Yazır: "Ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalar arasında,"

وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا فَارِهِينَ (١٤٩)

149-)

Diyanet: "Bir de dağlardan ustalıkla evler yontuyorsunuz."

Diyanet Vakfı: (Böyle sanıp) dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz (oyup yapıyorsunuz).

E. Hamdi Yazır: Ki bir de dağlardan keyifli keyifli kâşâneler oyuyorsunuz."

فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (١٥٠)

150-)

Diyanet: "Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin."

Diyanet Vakfı: Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.

E. Hamdi Yazır: "Gelin! Allah'tan korkun da bana itaat edin."

وَلَا تُطِيعُوا أَمْرَ الْمُسْرِفِينَ (١٥١)

151-)

Diyanet: "Yeryüzünde ıslaha çalışmayıp fesat çıkaran haddi aşmışların emrine itaat etmeyin."

Diyanet Vakfı: "O aşırıların emrine uymayın."

E. Hamdi Yazır: "Bozguncuların emrine uymayın."

الَّذِينَ يُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ (١٥٢)

152-)

Diyanet: "Yeryüzünde ıslaha çalışmayıp fesat çıkaran haddi aşmışların emrine itaat etmeyin."

Diyanet Vakfı: "Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyenler(in sözüyle hareket etmeyin).

E. Hamdi Yazır: "Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen."

قَالُوا إِنَّمَا أَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ (١٥٣)

153-)

Diyanet: Dediler ki: "Sen ancak büyülenmişlerdensin."

Diyanet Vakfı: Dediler ki: Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!

E. Hamdi Yazır: "Sen dediler, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!"

مَا أَنْتَ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا فَأْتِ بِآيَةٍ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (١٥٤)

154-)

Diyanet: "Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bize bir mucize getir."

Diyanet Vakfı: Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir mucize getir.

E. Hamdi Yazır: "Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir âyet (mucize) getir."

قَالَ هَذِهِ نَاقَةٌ لَهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَعْلُومٍ (١٥٥)

155-)

Diyanet: Salih, şöyle dedi: "İşte bir dişi deve! Onun (belli bir gün) su içme hakkı var, sizin de belli bir gün su içme hakkınız vardır."

Diyanet Vakfı: Salih: İşte (mucize) bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı vardır, belli bir günün içme hakkı da sizindir, dedi.

E. Hamdi Yazır: Salih "İşte (mucize) bu dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onundur, belli bir günün içme hakkı da sizin" dedi.

وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظِيمٍ (١٥٦)

156-)

Diyanet: "Sakın ona bir kötülük dokundurmayın. Yoksa büyük bir günün azabı sizi yakalar."

Diyanet Vakfı: Ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi muazzam bir günün azabı yakalayıverir.

E. Hamdi Yazır: "Sakın ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi büyük bir günün azabı yakalayıverir."

فَعَقَرُوهَا فَأَصْبَحُوا نَادِمِينَ (١٥٧)

157-)

Diyanet: Derken onu kestiler, fakat pişman oldular.

Diyanet Vakfı: Buna rağmen onlar deveyi kestiler; ama pişman da oldular.

E. Hamdi Yazır: Derken onu kestiler; fakat pişman da oldular.

فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ (١٥٨)

158-)

Diyanet: Böylece onları azap yakaladı. Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.

Diyanet Vakfı: Bunun üzerine onları azap yakaladı. Doğrusu bunda, büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.

E. Hamdi Yazır: Çünkü kendilerini azap yakalayıverdi. Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır, ama çokları iman etmiş değillerdir.

وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (١٥٩)

159-)

Diyanet: Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.

Diyanet Vakfı: Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

E. Hamdi Yazır: Ve şüphesiz Rabbin, işte O mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ الْمُرْسَلِينَ (١٦٠)

160-)

Diyanet: Lût'un kavmi de peygamberleri yalanladı.

Diyanet Vakfı: Lût kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladı.

E. Hamdi Yazır: Lût (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla itham etti.

إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ لُوطٌ أَلَا تَتَّقُونَ (١٦١)

161-)

Diyanet: Hani kardeşleri Lût, onlara şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"

Diyanet Vakfı: Kardeşleri Lût onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?

E. Hamdi Yazır: Hani kardeşleri Lût onlara şöyle demişti: "Siz Allah'tan kormaz mısınız?"

إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (١٦٢)

162-)

Diyanet: "Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."

Diyanet Vakfı: Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.

E. Hamdi Yazır: "Haberiniz olsun ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."

فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (١٦٣)

163-)

Diyanet: "Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin."

Diyanet Vakfı: Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.

E. Hamdi Yazır: "Gelin artık, Allah'tan korkun ve bana itaat edin."

وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ (١٦٤)

164-)

Diyanet: "Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir."

Diyanet Vakfı: Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.

E. Hamdi Yazır: "Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir."

أَتَأْتُونَ الذُّكْرَانَ مِنَ الْعَالَمِينَ (١٦٥)

165-)

Diyanet: "Rabbinizin, sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyor da insanlar arasından erkeklere mi yanaşıyorsunuz? Siz gerçekten haddi aşan bir topluluksunuz."

Diyanet Vakfı: Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp da, insanlar içinden erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz sınırı aşmış (sapık) bir kavimsiniz!

E. Hamdi Yazır: "İnsanlar içinden erkeklere mi gidiyorsunuz?"

وَتَذَرُونَ مَا خَلَقَ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ أَزْوَاجِكُمْ بَلْ أَنْتُمْ قَوْمٌ عَادُونَ (١٦٦)

166-)

Diyanet: "Rabbinizin, sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyor da insanlar arasından erkeklere mi yanaşıyorsunuz? Siz gerçekten haddi aşan bir topluluksunuz."

Diyanet Vakfı: Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp da, insanlar içinden erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz sınırı aşmış (sapık) bir kavimsiniz!

E. Hamdi Yazır: "Bırakıyorsunuz da sizler için yarattığı eşleri! Doğrusu siz insanlıktan çıkmış bir kavimsiniz!"

قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ يَا لُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمُخْرَجِينَ (١٦٧)

167-)

Diyanet: Dediler ki: "Ey Lût! (İşimize karışmaktan) vazgeçmezsen mutlaka (şehirden) çıkarılanlardan olacaksın!"

Diyanet Vakfı: Onlar şöyle dediler: Ey Lût! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bil ki, sürgün edilmişlerden olacaksın!

E. Hamdi Yazır: Onlar şöyle dediler: "Ey Lût! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bilki, sürülenlerden olacaksın."

قَالَ إِنِّي لِعَمَلِكُمْ مِنَ الْقَالِينَ (١٦٨)

168-)

Diyanet: Lût, şöyle dedi: "Şüphesiz ben sizin yaptığınız bu çirkin işe kızanlardanım."

Diyanet Vakfı: Lût: Doğrusu, dedi, ben sizin bu işinizden tiksinmekteyim!

E. Hamdi Yazır: Lût "Doğrusu ben, dedi, sizin bu işinize buğzedenlerdenim."

رَبِّ نَجِّنِي وَأَهْلِي مِمَّا يَعْمَلُونَ (١٦٩)

169-)

Diyanet: "Ey Rabbim! Beni ve ailemi onların yaptıkları çirkin işten kurtar."

Diyanet Vakfı: Rabbim! Beni ve ailemi, onların yapageldiklerinden (vebalinden) kurtar.

E. Hamdi Yazır: "Yâ Rabbi! Beni ve ailemi onların yapageldiklerin(in vebalin)den kurtar."

فَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ (١٧٠)

170-)

Diyanet: Bunun üzerine biz de onu ve geri kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın hariç bütün ailesini kurtardık.

Diyanet Vakfı: Bunun üzerine onu ve bütün ailesini kurtardık.

E. Hamdi Yazır: Biz de onu ve ailesinin tamamını kurtardık,

إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ (١٧١)

171-)

Diyanet: Bunun üzerine biz de onu ve geri kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın hariç bütün ailesini kurtardık.

Diyanet Vakfı: Ancak bir kocakarı müstesna. O, geride kalanlardan (oldu).

E. Hamdi Yazır: Ancak (geride) bir yaşlı kadın kaldı.

ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ (١٧٢)

172-)

Diyanet: Sonra diğerlerini helâk ettik.

Diyanet Vakfı: Sonra diğerlerini helâk ettik.

E. Hamdi Yazır: Sonra geridekilerin hepsini helak ettik.

وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَرًا فَسَاءَ مَطَرُ الْمُنْذَرِينَ (١٧٣)

173-)

Diyanet: Onların üzerine bir yağmur (gibi taş) yağdırdık. (Başlarına gelecekler konusunda) uyarılanların yağmuru ne kadar da kötü idi!

Diyanet Vakfı: Üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki... Uyarılanların (fakat yola gelmeyenlerin) yağmuru ne de kötü!

E. Hamdi Yazır: Ve üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki, (uyarılanların) o yağmuru ne kötü bir yağmurdu!

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ (١٧٤)

174-)

Diyanet: Şüphesiz bunda büyük bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.

Diyanet Vakfı: Elbet bunda büyük bir ibret vardır; fakat çokları iman etmezler.

E. Hamdi Yazır: Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdir.

وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (١٧٥)

175-)

Diyanet: Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.

Diyanet Vakfı: Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

E. Hamdi Yazır: Ve şüphesiz Rabbin, işte O mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

كَذَّبَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ الْمُرْسَلِينَ (١٧٦)

176-)

Diyanet: Eyke halkı da peygamberleri yalanladı.

Diyanet Vakfı: Eyke halkı da peygamberleri yalancılıkla suçladı.

E. Hamdi Yazır: Eyke halkı da peygamberleri yalancılıkla itham etti.

إِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ أَلَا تَتَّقُونَ (١٧٧)

177-)

Diyanet: Hani Şu'ayb, onlara şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"

Diyanet Vakfı: Şuayb onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?

E. Hamdi Yazır: Hani Şuayb onlara şöyle demişti: "Siz Allah'tan korkmaz mısınız?"

إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (١٧٨)

178-)

Diyanet: "Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."

Diyanet Vakfı: Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.

E. Hamdi Yazır: "Haberiniz olsun ki ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."

فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (١٧٩)

179-)

Diyanet: Artık, Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.

Diyanet Vakfı: Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.

E. Hamdi Yazır: "Gelin, Allah'tan korkun ve bana itaat edin."

وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ (١٨٠)

180-)

Diyanet: "Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir."

Diyanet Vakfı: Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.

E. Hamdi Yazır: "Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan yalnız âlemlerin Rabbidir."

أَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِرِينَ (١٨١)

181-)

Diyanet: "Ölçüyü tam yapın. Eksik verenlerden olmayın."

Diyanet Vakfı: Ölçüyü tastamam yapın, (insanların hakkını) eksik verenlerden olmayın.

E. Hamdi Yazır: "Ölçeği tam ölçün de hak yiyenlerden olmayın."

وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ (١٨٢)

182-)

Diyanet: "Doğru terazi ile tartın."

Diyanet Vakfı: Doğru terazi ile tartın.

E. Hamdi Yazır: "Ve doğru terazi ile tartın."

وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ (١٨٣)

183-)

Diyanet: "İnsanların mallarını ve haklarını eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın."

Diyanet Vakfı: İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.

E. Hamdi Yazır: "Halkın eşyalarını değerinden düşürmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın."

وَاتَّقُوا الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْأَوَّلِينَ (١٨٤)

184-)

Diyanet: "Sizi ve önceki nesilleri yaratana karşı gelmekten sakının."

Diyanet Vakfı: Sizi ve önceki nesilleri yaratan (Allah) dan korkun.

E. Hamdi Yazır: "O sizi ve sizden önceki nesilleri yaratan Allah'tan korkun."

قَالُوا إِنَّمَا أَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ (١٨٥)

185-)

Diyanet: Onlar şöyle dediler: "Sen ancak büyülenmişlerdensin."

Diyanet Vakfı: Onlar şöyle dediler: Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!

E. Hamdi Yazır: Onlar şöyle dediler: "Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin."

وَمَا أَنْتَ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَإِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِبِينَ (١٨٦)

186-)

Diyanet: "Sen sadece bizim gibi bir insansın. Biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz."

Diyanet Vakfı: Sen de, ancak bizim gibi bir beşersin. Bilki, biz seni ancak yalancılardan biri sayıyoruz.

E. Hamdi Yazır: "Sen de bizim gibi bir beşerden başka nesin? Bil ki, biz seni ancak yalancılardan biri sayıyoruz."

فَأَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِنَ السَّمَاءِ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (١٨٧)

187-)

Diyanet: "Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi gökten üzerimize bir parça düşür."

Diyanet Vakfı: Şayet doğru sözlülerden isen, üstümüze gökten azap yağdır.

E. Hamdi Yazır: "Şayet doğru sözlülerden isen, üstümüze gökten bir parça düşürüver."

قَالَ رَبِّي أَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ (١٨٨)

188-)

Diyanet: Şu'ayb, "Rabbim, yaptıklarınızı en iyi bilendir" dedi.

Diyanet Vakfı: Şuayb: Rabbim yaptıklarınızı en iyi bilendir, dedi.

E. Hamdi Yazır: Şuayb, "Rabbim, yaptıklarınızı en iyi bilendir" dedi.

فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ إِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ (١٨٩)

189-)

Diyanet: Onlar Şu'ayb'ı yalanladılar. Derken gölge gününün azabı onları yakaladı. Şüphesiz o, büyük bir günün azabı idi.

Diyanet Vakfı: Velhasıl onu yalancı saydilar da, kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. Gerçekten o, muazzam bir günün azabı idi!

E. Hamdi Yazır: Hülasa, onu yalancı saydılar da kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. O cidden büyük bir günün azabı idi!

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ (١٩٠)

190-)

Diyanet: Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.

Diyanet Vakfı: Doğrusu bunda büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.

E. Hamdi Yazır: Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdir.

وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (١٩١)

191-)

Diyanet: Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.

Diyanet Vakfı: Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

E. Hamdi Yazır: Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

وَإِنَّهُ لَتَنْزِيلُ رَبِّ الْعَالَمِينَ (١٩٢)

192-)

Diyanet: Şüphesiz bu Kur'an, âlemlerin Rabbi'nin indirmesidir.

Diyanet Vakfı: Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir.

E. Hamdi Yazır: Ve muhakkak ki bu (Kur'ân) âlemlerin Rabbinin indirmesidir.

نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ (١٩٣)

193-)

Diyanet: Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.

Diyanet Vakfı: (Resûlüm!) Onu Rûhu'l-emîn (Cebrail) indirdi.

E. Hamdi Yazır: (Resulüm!) Onu Rûhu'l-emin (Cebrail) indirdi;

عَلَى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِرِينَ (١٩٤)

194-)

Diyanet: Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.

Diyanet Vakfı: Senin kalbine; uyarıcılardan olman için,

E. Hamdi Yazır: Uyarıcılardan olasın diye senin kalbin üzerine;

بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُبِينٍ (١٩٥)

195-)

Diyanet: Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.

Diyanet Vakfı: Apaçık Arapça bir dille.

E. Hamdi Yazır: Açık parlak bir Arapça lisan ile.

وَإِنَّهُ لَفِي زُبُرِ الْأَوَّلِينَ (١٩٦)

196-)

Diyanet: Şüphesiz bu (Kur'an'ın indirileceği) öncekilerin kitaplarında da vardı.

Diyanet Vakfı: O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır.

E. Hamdi Yazır: O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardı.

أَوَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ آيَةً أَنْ يَعْلَمَهُ عُلَمَاءُ بَنِي إِسْرَائِيلَ (١٩٧)

197-)

Diyanet: İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi, onlar (Mekke müşrikleri) için bir delil değil midir?

Diyanet Vakfı: Benî İsrail bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir delil değil midir?

E. Hamdi Yazır: İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir âyet (delil) değil midir?

وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلَى بَعْضِ الْأَعْجَمِينَ (١٩٨)

198-)

Diyanet: Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik ve o da bunu kendilerine okusaydı, yine buna inanmazlardı.

Diyanet Vakfı: Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de,

E. Hamdi Yazır: Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de

فَقَرَأَهُ عَلَيْهِمْ مَا كَانُوا بِهِ مُؤْمِنِينَ (١٩٩)

199-)

Diyanet: Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik ve o da bunu kendilerine okusaydı, yine buna inanmazlardı.

Diyanet Vakfı: Bunu onlara o okusaydı, yine ona iman etmezlerdi.

E. Hamdi Yazır: Bunu o okusaydı, yine de ona iman etmezlerdi.

كَذَلِكَ سَلَكْنَاهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ (٢٠٠)

200-)

Diyanet: İşte böylece biz onu (Kur'an'ı) suçluların kalbine soktuk.

Diyanet Vakfı: Onu günahkârların kalplerine böyle soktuk.

E. Hamdi Yazır: Böylece onu günahkarların kalplerine soktuk.

لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ حَتَّى يَرَوُا الْعَذَابَ الْأَلِيمَ (٢٠١)

201-)

Diyanet: Onlar, farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de, "Bize mühlet verilmez mi?" demedikçe, ona inanmazlar.

Diyanet Vakfı: Onun için, acıklı azabı görünceye kadar ona iman etmezler.

E. Hamdi Yazır: (Okuyup anladılar, ama yine de) acıklı azabı görünceye kadar ona iman etmezler.

فَيَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (٢٠٢)

202-)

Diyanet: Onlar, farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de, "Bize mühlet verilmez mi?" demedikçe, ona inanmazlar.

Diyanet Vakfı: İşte bu (azap) onlara, kendileri farkında olmadan, ansızın geliverecektir.

E. Hamdi Yazır: İşte bu (azab) onlara, kendileri farkında olmadan, ansızın geliverecektir.

فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَ (٢٠٣)

203-)

Diyanet: Onlar, farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de, "Bize mühlet verilmez mi?" demedikçe, ona inanmazlar.

Diyanet Vakfı: O zaman: Bize (iman etmemiz için) mühlet verilir mi acaba? diyeceklerdir.

E. Hamdi Yazır: O zaman "Bize (iman etmemiz için) mühlet verilir mi acaba?...diyeceklerdir.

أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ (٢٠٤)

204-)

Diyanet: Bizim azabımızın çabuklaşmasını mı istiyorlar?

Diyanet Vakfı: (Durmadan mucize talebiyle) onlar bizim azabımızı mı çarçabuk istiyorlardı?

E. Hamdi Yazır: (Oysa dünyada iken) Onlar bizim azabımızı çarçabuk istiyorlardı.

أَفَرَأَيْتَ إِنْ مَتَّعْنَاهُمْ سِنِينَ (٢٠٥)

205-)

Diyanet: Ey Muhammed! Ne dersin; biz onları yıllarca (dünya nimetlerinden) yararlandırsak,

Diyanet Vakfı: Ne dersin! Eğer biz onları yıllarca yaşatsak.

E. Hamdi Yazır: Gördün ya artık onlara senelerce zevk ettirsek,

ثُمَّ جَاءَهُمْ مَا كَانُوا يُوعَدُونَ (٢٠٦)

206-)

Diyanet: Sonra da kendilerine tehdit edildikleri şey gelse, (hâlleri nice olurdu?)

Diyanet Vakfı: Sonra tehdit edilmekte oldukları (azap) başlarına gelse!

E. Hamdi Yazır: Sonra kendilerine vaad edilen (azab) gelip çatarsa,

مَا أَغْنَى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يُمَتَّعُونَ (٢٠٧)

207-)

Diyanet: (Dünyada) yararlandırıldıkları şeyler onlara fayda sağlamazdı.

Diyanet Vakfı: Faydalandırıldıkları nimetler onlara hiç yarar sağlamayacaktır.

E. Hamdi Yazır: O yaşadıkları zevkin kendilerine hiçbir faydası olmayacaktır.

وَمَا أَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ إِلَّا لَهَا مُنْذِرُونَ (٢٠٨)

208-)

Diyanet: Biz, hiçbir memleketi uyarıcıları olmadıkça helâk etmedik.

Diyanet Vakfı: Bununla birlikte hangi memleketi, helak ettikse muhakkak onu uyarıcı (peygamberleri) olmuştur.

E. Hamdi Yazır: Bununla birlikte, biz hangi memleketi helak ettikse muhakkak onu uyarıcı (peygamberleri) olmuştur.

ذِكْرَى وَمَا كُنَّا ظَالِمِينَ (٢٠٩)

209-)

Diyanet: Bu, bir hatırlatmadır. Biz zalim değiliz.

Diyanet Vakfı: (Onlar)ihtar edilmiştir ve biz zülmetmiş değilizdir.

E. Hamdi Yazır: (Onlar) ihtar edilmiştir ve biz zulmetmiş değiliz.

وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاطِينُ (٢١٠)

210-)

Diyanet: O Kur'an'ı şeytanlar indirmemiştir.

Diyanet Vakfı: O'nu (Kur'an'ı) şeytanlar indirmedi.

E. Hamdi Yazır: Onu (Kur'ân'ı) şeytanlar indirmedi.

وَمَا يَنْبَغِي لَهُمْ وَمَا يَسْتَطِيعُونَ (٢١١)

211-)

Diyanet: Zaten bu onların harcı değildir, buna güçleri de yetmez.

Diyanet Vakfı: Bu onlara düşmez; zaten güçleri de yetmez.

E. Hamdi Yazır: Bu onlara hem yaraşmaz hem güçleri yetmez.

إِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَ (٢١٢)

212-)

Diyanet: Çünkü onlar (vahyi) işitmekten uzaklaştırılmışlardır.

Diyanet Vakfı: Şüphesiz onlar, vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır.

E. Hamdi Yazır: Şüphesiz onlar vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır.

فَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّبِينَ (٢١٣)

213-)

Diyanet: Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun!

Diyanet Vakfı: O halde sakın Allah ile beraber başka tanrıya kulluk edip yalvarma, sonra azap edilenlerden olursun!

E. Hamdi Yazır: O halde sakın Allah ile beraber başka tanrıya kulluk edip yalvarma, yoksa azaba uğratılanlardan olursun.

وَأَنْذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ (٢١٤)

214-)

Diyanet: (Önce) en yakın akrabanı uyar.

Diyanet Vakfı: (Önce) en yakın akrabanı uyar.

E. Hamdi Yazır: (Önce) en yakın hısımlarını uyar.

وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (٢١٥)

215-)

Diyanet: Mü'minlerden sana uyanlara kanatlarını indir.

Diyanet Vakfı: Sana uyan müminlere (merhamet) kanadını indir.

E. Hamdi Yazır: Ve sana uyan müminlere kanadını indir.

فَإِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ إِنِّي بَرِيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَ (٢١٦)

216-)

Diyanet: Eğer sana karşı gelirlerse, "Şüphesiz ben sizin yaptığınız şeylerden uzağım" de.

Diyanet Vakfı: Şayet sana karşı gelirlerse de ki: Ben sizin yaptıklarınızdan muhakkak ki uzağım.

E. Hamdi Yazır: Şayet sana karşı gelirlerse, de ki: "Ben sizin yaptıklarınızdan muhakkak uzağım."

وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ (٢١٧)

217-)

Diyanet: Namaza kalktığında, seni ve secde edenler arasında dolaşmanı gören; mutlak güç sahibi, çok merhametli olan Allah'a tevekkül et.

Diyanet Vakfı: Sen O mutlak galip ve engin merhamet sahibine güvenip dayan.

E. Hamdi Yazır: Sen O, mutlak galip ve engin merhamet sahibine güvenip dayan.

الَّذِي يَرَاكَ حِينَ تَقُومُ (٢١٨)

218-)

Diyanet: Namaza kalktığında, seni ve secde edenler arasında dolaşmanı gören; mutlak güç sahibi, çok merhametli olan Allah'a tevekkül et.

Diyanet Vakfı: O ki, (gece namaza) kalktığın zaman seni görüyor.

E. Hamdi Yazır: O ki, (gece namaza) kalktığın zaman seni görüyor.

وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِدِينَ (٢١٩)

219-)

Diyanet: Namaza kalktığında, seni ve secde edenler arasında dolaşmanı gören; mutlak güç sahibi, çok merhametli olan Allah'a tevekkül et.

Diyanet Vakfı: Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor).

E. Hamdi Yazır: Ve secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor.)

إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ (٢٢٠)

220-)

Diyanet: Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

Diyanet Vakfı: Çünkü her şeyi işiten, her şeyi bilen O'dur.

E. Hamdi Yazır: Çünkü her şeyi işiten, her şeyi bilen O'dur.

هَلْ أُنَبِّئُكُمْ عَلَى مَنْ تَنَزَّلُ الشَّيَاطِينُ (٢٢١)

221-)

Diyanet: Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi?

Diyanet Vakfı: Şeytanların ise kime ineceğini size haber vereyim mi?

E. Hamdi Yazır: Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi?

تَنَزَّلُ عَلَى كُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍ (٢٢٢)

222-)

Diyanet: Onlar, her günahkâr yalancıya inerler.

Diyanet Vakfı: Onlar, günaha, iftiraya düşkün olan herkesin üstüne inerler.

E. Hamdi Yazır: Onlar, günaha, iftiraya düşkün olan herkesin üzerine inerler.

يُلْقُونَ السَّمْعَ وَأَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَ (٢٢٣)

223-)

Diyanet: Bunlar da şeytanlara kulak verirler. Onların çoğu ise yalancıdır.

Diyanet Vakfı: Bunlar, (şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdırlar.

E. Hamdi Yazır: Onlar, (şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdır.

وَالشُّعَرَاءُ يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُونَ (٢٢٤)

224-)

Diyanet: Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar.

Diyanet Vakfı: Şairler(e gelince), onlara da sapıklar uyarlar.

E. Hamdi Yazır: Şairler(e gelince), onlara da sapıklar uyar.

أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِي كُلِّ وَادٍ يَهِيمُونَ (٢٢٥)

225-)

Diyanet: Görmez misin ki onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapmadıkları şeyleri söylerler.

Diyanet Vakfı: Baksana onlar her vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar.

E. Hamdi Yazır: Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını

وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَ (٢٢٦)

226-)

Diyanet: Görmez misin ki onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapmadıkları şeyleri söylerler.

Diyanet Vakfı: Ve onlar yapamayacakları şeyleri söylerler.

E. Hamdi Yazır: Ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi?

إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيرًا وَانْتَصَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ (٢٢٧)

227-)

Diyanet: Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah'ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka. Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir.

Diyanet Vakfı: Ancak iman edip iyi işler yapanlar, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akıbete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.

E. Hamdi Yazır: Ancak iman edip iyi ameller işleyenler, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar müstesna; haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.

Diğer Sitelerimiz



Arapça Latin harf Arapça okumada zorluk çekenlere kolaylık olması açısından konulmuştur. En kısa zamanda ses dosyaları da eklenecektir.

İletişim