Ayetel Kürsi

Ayetel Kürsi hakkında Hadisi Şerif; "Yatağa girdin mi Ayetel Kürsi'yi sonuna kadar oku. Bunu yaparsan Allah senin üzerine muhafız bir melek diker, sabah oluncaya kadar sana şeytan yaklaşamaz."

 

Kalem Suresi (Kalem Sûresî) okunuşu ve anlamı

ن وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ (١)

1-)

Diyanet: Nûn. (Ey Muhammed) Andolsun kaleme ve satır satır yazdıklarına ki,

Diyanet Vakfı: Nûn. Kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına andolsun ki,

E. Hamdi Yazır: Nûn, Kaleme ve yazdıklarına andolsun.

مَا أَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍ (٢)

2-)

Diyanet: Sen Rabbinin nimeti sayesinde, bir deli değilsin.

Diyanet Vakfı: Sen -Rabbinin nimeti sayesinde- mecnun değilsin.

E. Hamdi Yazır: Sen Rabbinin nimetiyle mecnun değilsin.

وَإِنَّ لَكَ لَأَجْرًا غَيْرَ مَمْنُونٍ (٣)

3-)

Diyanet: Şüphesiz sana tükenmez bir mükâfat vardır.

Diyanet Vakfı: Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir mükâfat vardır.

E. Hamdi Yazır: Kuşkusuz senin için tükenmez bir ecir var.

وَإِنَّكَ لَعَلَى خُلُقٍ عَظِيمٍ (٤)

4-)

Diyanet: Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.

Diyanet Vakfı: Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.

E. Hamdi Yazır: Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.

فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَ (٥)

5-)

Diyanet: Sen de göreceksin, onlar da görecekler.

Diyanet Vakfı: (Sen de) göreceksin, onlar da görecekler,

E. Hamdi Yazır: Sen de göreceksin, onlar da görecek.

بِأَيْيِكُمُ الْمَفْتُونُ (٦)

6-)

Diyanet: Hanginizin deli olduğunu yakında.

Diyanet Vakfı: Hanginizde delilik olduğunu yakında.

E. Hamdi Yazır: Hanginizde imiş o fitne ve cinnet.

إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ (٧)

7-)

Diyanet: Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi daha iyi bilir. O, hidayete erenleri de daha iyi bilir.

Diyanet Vakfı: Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi en iyi bilendir, hidayete erenleri de en iyi bilen O'dur

E. Hamdi Yazır: Doğrusu Rabbin, yolundan sapanı en iyi bilendir. Hidayete ereni de en iyi bilen O'dur.

فَلَا تُطِعِ الْمُكَذِّبِينَ (٨)

8-)

Diyanet: O hâlde yalanlayanlara boyun eğme.

Diyanet Vakfı: O halde, (hakikati) yalan sayanlara boyun eğme!

E. Hamdi Yazır: O halde, yalanlayıcılara itaat etme.

وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ (٩)

9-)

Diyanet: İstediler ki, yumuşak davranasın, böylece onlar da yumuşak davransınlar.

Diyanet Vakfı: Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.

E. Hamdi Yazır: Onlar istediler ki yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.

وَلَا تُطِعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَهِينٍ (١٠)

10-)

Diyanet: Sakın boyun eğme: Yemin edip duran, aşağılık,

Diyanet Vakfı: Şunların hiçbirine itâat etme: yemin edip duran, aşağılık,

E. Hamdi Yazır: Şunların hiçbirine boyun eğme: Yemin edip duran aşağılık,

هَمَّازٍ مَشَّاءٍ بِنَمِيمٍ (١١)

11-)

Diyanet: Daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan,

Diyanet Vakfı: (Herkesi) kötüleğen, söz götürüp getiren,

E. Hamdi Yazır: Daima kusur arayıp kınayan, hep lâf götürüp getiren,

مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ (١٢)

12-)

Diyanet: İyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış,

Diyanet Vakfı: Hayra engel olan, mütecâviz ve saldırgan günahkar,

E. Hamdi Yazır: Hayra engel olan, saldırgan, günahkâr,

عُتُلٍّ بَعْدَ ذَلِكَ زَنِيمٍ (١٣)

13-)

Diyanet: Kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye,

Diyanet Vakfı: Kaba ve kötülükle damgalı,

E. Hamdi Yazır: Kaba ve haşin, sonra da kötülükle damgalı,

أَنْ كَانَ ذَا مَالٍ وَبَنِينَ (١٤)

14-)

Diyanet: Mal ve oğulları vardır diye.

Diyanet Vakfı: Mal ve oğullar sahibi olmuş diye (böyle yolunu şaşırmış)

E. Hamdi Yazır: Mal ve oğulları var diye (böyle davranır).

إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِ آيَاتُنَا قَالَ أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ (١٥)

15-)

Diyanet: Âyetlerimiz kendisine okunduğu zaman, "Öncekilerin masalları!" der.

Diyanet Vakfı: Ona âyetlerimiz okunduğu zaman o, "Öncekilerin masalları!" der.

E. Hamdi Yazır: Kendisine âyetlerimiz okunduğunda: "Eskilerin masalları" der.

سَنَسِمُهُ عَلَى الْخُرْطُومِ (١٦)

16-)

Diyanet: Yakında biz onun burnunu damgalayacağız.

Diyanet Vakfı: Biz yakında onun burnuna damga vuracağız (kibirini kırıp rezil edeceğiz).

E. Hamdi Yazır: Yakında biz onu hortumunun (burnunun) üzerinden damgalayacağız.

إِنَّا بَلَوْنَاهُمْ كَمَا بَلَوْنَا أَصْحَابَ الْجَنَّةِ إِذْ أَقْسَمُوا لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِحِينَ (١٧)

17-)

Diyanet: Şüphesiz biz, vaktiyle "bahçe sahipleri"ne belâ verdiğimiz gibi, onlara (Mekkeli inkârcılara) da belâ verdik. Hani o bahçe sahipleri, sabah erkenden (fakirler gelmeden) bahçenin ürünlerini devşirmeye yemin etmişlerdi.

Diyanet Vakfı: Biz, vaktiyle "bahçe sahipleri" ne belâ verdiğimiz gibi, onlara da belâ verdik. Hani onlar (bahçe sahipleri), sabah olurken (kimse görmeden) onu (mahsullerini) devşireceklerine yemin etmişlerdi.

E. Hamdi Yazır: Biz onlara da belâ verdik, bahçe sahiplerine verdiğimiz gibi. Hani onlar sabah olunca bahçeyi mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi.

وَلَا يَسْتَثْنُونَ (١٨)

18-)

Diyanet: (Bunu tasarlarken) istisna da yapmıyorlardı. ("İnşaallah" demiyorlardı.)

Diyanet Vakfı: Onlar istisna da etmiyorlardı.

E. Hamdi Yazır: İstisna da etmiyorlardı ("inşaallah" demiyorlardı).

فَطَافَ عَلَيْهَا طَائِفٌ مِنْ رَبِّكَ وَهُمْ نَائِمُونَ (١٩)

19-)

Diyanet: Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir afet (ateş) bahçeyi sardı.

Diyanet Vakfı: Fakat onlar daha uykudayken Rabbinin katından (gönderilen) kuşatıcı bir âfet (ateş) bahçeyi sarıverdi de,

E. Hamdi Yazır: Fakat onlar uyurken dolaşıcı bir belâ onu sardı da,

فَأَصْبَحَتْ كَالصَّرِيمِ (٢٠)

20-)

Diyanet: Böylece bahçe, (anızı) yakılmış toprağa döndü.

Diyanet Vakfı: Bahçe kapkara kesildi.

E. Hamdi Yazır: Bahçe simsiyah kesiliverdi.

فَتَنَادَوْا مُصْبِحِينَ (٢١)

21-)

Diyanet: Derken, sabahleyin birbirlerine, "Haydi, eğer ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin" diye seslendiler.

Diyanet Vakfı: Sabah olurken birbirlerine seslendiler.

E. Hamdi Yazır: Derken sabahleyin birbirlerine seslendiler:

أَنِ اغْدُوا عَلَى حَرْثِكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَارِمِينَ (٢٢)

22-)

Diyanet: Derken, sabahleyin birbirlerine, "Haydi, eğer ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin" diye seslendiler.

Diyanet Vakfı: "Madem devşireceksiniz, hadi erkenden mahsülünüzün başına gidin!" diye.

E. Hamdi Yazır: "Haydi, devşirecekseniz erkenden ekininize gidin" diye.

فَانْطَلَقُوا وَهُمْ يَتَخَافَتُونَ (٢٣)

23-)

Diyanet: Bunun üzerine, "Sakın, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın" diye fısıldaşarak yola koyuldular.

Diyanet Vakfı: Derken yürüyorlardı; fısıldaşıyorlardı.

E. Hamdi Yazır: Derken fırladılar, aralarında fısıldaşıyorlardı.

أَنْ لَا يَدْخُلَنَّهَا الْيَوْمَ عَلَيْكُمْ مِسْكِينٌ (٢٤)

24-)

Diyanet: Bunun üzerine, "Sakın, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın" diye fısıldaşarak yola koyuldular.

Diyanet Vakfı: "Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın"diye.

E. Hamdi Yazır: "Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın" diyorlardı.

وَغَدَوْا عَلَى حَرْدٍ قَادِرِينَ (٢٥)

25-)

Diyanet: (Yoksullara yardım etmeğe) güçleri yettiği hâlde (böyle söyleyerek) erkenden yola çıktılar.

Diyanet Vakfı: (Evet yoksullara yardıma) güçleri yettiği halde, onları yardımdan mahrum etmek niyet ve azmi ile erkenden yola düştüler.

E. Hamdi Yazır: (Zanlarınca yoksulları) engellemeye güçleri yeterek erkenden gittiler.

فَلَمَّا رَأَوْهَا قَالُوا إِنَّا لَضَالُّونَ (٢٦)

26-)

Diyanet: Fakat bahçeyi o hâlde gördüklerinde, "Biz mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız!" dediler.

Diyanet Vakfı: Fakat bahçeyi gördüklerinde: Mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız! dediler.

E. Hamdi Yazır: Fakat bahçeyi gördüklerinde: "Biz herhalde yanlış gelmişiz" dediler .

بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ (٢٧)

27-)

Diyanet: (Gerçeği anlayınca da), "Hayır, meğer biz mahrum bırakılmışız!" dediler.

Diyanet Vakfı: Yok yok, doğrusu biz mahrum bırakılmışız!

E. Hamdi Yazır: "Yok, biz mahrum edilmişiz." (dediler).

قَالَ أَوْسَطُهُمْ أَلَمْ أَقُلْ لَكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ (٢٨)

28-)

Diyanet: Onların en akl-ı selim sahibi olanı, "Ben size ‘Rabbinizi tespih etseydiniz ya! dememiş miydim?" dedi.

Diyanet Vakfı: İçlerinden en makul olanı şöyle dedi: Ben size "Rabbinizi tesbih etsenize" dememiş miydim?

E. Hamdi Yazır: İçlerinde en makul olanı şöyle dedi: "Ben size Rabbinizi tesbih etsenize dememiş miydim?"

قَالُوا سُبْحَانَ رَبِّنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ (٢٩)

29-)

Diyanet: Onlar, "Rabbimizi tesbih ederiz (yüceltiriz). Şüphesiz biz zalim kimseler imişiz" dediler.

Diyanet Vakfı: Rabbimizi tesbih ederiz; doğrusu biz (kendi kendimize) yazık etmişiz, dediler.

E. Hamdi Yazır: "Rabbimizi tesbih ederiz, doğrusu biz zalimler imişiz." (dediler).

فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَلَاوَمُونَ (٣٠)

30-)

Diyanet: Bunun üzerine birbirlerini kınamaya başladılar.

Diyanet Vakfı: Ardından, kabahati birbirlerine yüklemeye başladılar.

E. Hamdi Yazır: Ardından suçu birbirlerine yüklemeye başladılar.

قَالُوا يَا وَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا طَاغِينَ (٣١)

31-)

Diyanet: Şöyle dediler: "Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz!"

Diyanet Vakfı: (Nihayet) şöyle dediler: Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz.

E. Hamdi Yazır: Yazıklar olsun bize, dediler, biz azgınlarmışız.

عَسَى رَبُّنَا أَنْ يُبْدِلَنَا خَيْرًا مِنْهَا إِنَّا إِلَى رَبِّنَا رَاغِبُونَ (٣٢)

32-)

Diyanet: "Umulur ki, Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz artık Rabbimizi arzulayanlarız."

Diyanet Vakfı: Belki Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz (artık) Rabbimizi(O'nun hoşnutluğunu) arzuluyoruz.

E. Hamdi Yazır: Ola ki Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir. Biz Rabbimize yönelir, ondan umarız.

كَذَلِكَ الْعَذَابُ وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَكْبَرُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ (٣٣)

33-)

Diyanet: İşte böyledir azap! Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür; ah bir bilselerdi!

Diyanet Vakfı: İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi!

E. Hamdi Yazır: İşte azap böyledir. Elbette ahiret azabı daha büyüktür. Fakat bilselerdi.

إِنَّ لِلْمُتَّقِينَ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتِ النَّعِيمِ (٣٤)

34-)

Diyanet: Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında Naîm cennetleri vardır.

Diyanet Vakfı: Şu da muhakkak ki, takvâ sahipleri için Rableri katında nimetleri bol cennetler vardır.

E. Hamdi Yazır: Kuşkusuz korunanlar için de, Rableri katında nimetleri bol bahçeler vardır.

أَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِمِينَ كَالْمُجْرِمِينَ (٣٥)

35-)

Diyanet: Biz müslümanları suçlular gibi kılar mıyız?

Diyanet Vakfı: Öyle ya, (Allah'a) teslimiyet gösterenleri, (o) günahkârlar gibi tutar mıyız hiç?

E. Hamdi Yazır: Öyle ya, teslimiyet gösterenleri suçlular gibi tutar mıyız hiç?

مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ (٣٦)

36-)

Diyanet: Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?

Diyanet Vakfı: Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?

E. Hamdi Yazır: Neyiniz var, nasıl hüküm veriyorsunuz?

أَمْ لَكُمْ كِتَابٌ فِيهِ تَدْرُسُونَ (٣٧)

37-)

Diyanet: Yoksa size ait bir kitabınız var da (bu batıl hükümleri) ondan mı okuyorsunuz?

Diyanet Vakfı: Yoksa size ait bir kitap var da, (bu bâtıl inanışları) onda mı okuyorsunuz?

E. Hamdi Yazır: Yoksa size ait bir kitap var da onda mı okuyorsunuz?

إِنَّ لَكُمْ فِيهِ لَمَا تَخَيَّرُونَ (٣٨)

38-)

Diyanet: Onda, "Seçip beğendiğiniz her şey mutlaka sizindir" (diye mi yazılı?)

Diyanet Vakfı: Onda, beğendiğiniz her şey sizin için mutlaka vardır (diye mi yazılı)?

E. Hamdi Yazır: O kitapta, "beğendiğiniz her şey sizindir" diye mi yazılı?

أَمْ لَكُمْ أَيْمَانٌ عَلَيْنَا بَالِغَةٌ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ إِنَّ لَكُمْ لَمَا تَحْكُمُونَ (٣٩)

39-)

Diyanet: Yahut bizden, her ne hükmederseniz mutlaka öyle olacağına dair Kıyamete kadar sürecek kesin sözler mi aldınız?

Diyanet Vakfı: Yoksa, "Ne hükmederseniz mutlaka sizindir" diye sizin lehinize olarak tarafımızdan verilmiş, kıyamet gününe kadar geçerli kesin sözler mi var?

E. Hamdi Yazır: Yoksa, "ne hükmederseniz mutlaka sizindir" diye sizin lehinize olarak tarafımızdan verilmiş, kıyamet gününe kadar geçerli kesin sözler mi var?

سَلْهُمْ أَيُّهُمْ بِذَلِكَ زَعِيمٌ (٤٠)

40-)

Diyanet: Sor onlara: "Onların hangisi bu (iddianın doğruluğu)na kefildir?"

Diyanet Vakfı: Sor onlara: Bu iddiayı onların hangisi savunacak?

E. Hamdi Yazır: Sor bakalım onlara, içlerinden ona kefil hangisi?

أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ فَلْيَأْتُوا بِشُرَكَائِهِمْ إِنْ كَانُوا صَادِقِينَ (٤١)

41-)

Diyanet: Yoksa onların ortakları mı var? Doğru söyleyenler iseler, haydi getirsinler ortaklarını!

Diyanet Vakfı: Yoksa ortakları mı var onların? Sözlerinde doğru iseler, hadi getirsinler ortaklarını!

E. Hamdi Yazır: Yoksa ortakları mı var onların? Doğru iseler ortaklarını getirsinler.

يَوْمَ يُكْشَفُ عَنْ سَاقٍ وَيُدْعَوْنَ إِلَى السُّجُودِ فَلَا يَسْتَطِيعُونَ (٤٢)

42-)

Diyanet: Baldırların açılacağı (işlerin zorlaşacağı) ve kâfirlerin secdeye çağrılıp da gözleri düşmüş ve kendilerini zillet kaplamış bir hâlde buna güç yetiremeyecekleri günü (Kıyamet gününü) düşün. Hâlbuki onlar sağlıklarında secde etmeye çağrılıyorlar (ve buna yanaşmıyorlar)dı.

Diyanet Vakfı: O gün incikten açılır ve secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler.

E. Hamdi Yazır: O gün işler zorlaşır ve secdeye davet edilirler. Fakat güç yetiremezler.

خَاشِعَةً أَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ إِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ (٤٣)

43-)

Diyanet: Baldırların açılacağı (işlerin zorlaşacağı) ve kâfirlerin secdeye çağrılıp da gözleri düşmüş ve kendilerini zillet kaplamış bir hâlde buna güç yetiremeyecekleri günü (Kıyamet gününü) düşün. Hâlbuki onlar sağlıklarında secde etmeye çağrılıyorlar (ve buna yanaşmıyorlar)dı.

Diyanet Vakfı: Gözleri horluktan aşağı düşmüş bir halde kendilerini zillet bürür. Halbuki onlar, sapasağlam iken de secdeye davet ediliyorlardı (fakat yine secde etmiyorlardı).

E. Hamdi Yazır: Gözleri düşük bir halde kendilerini bir zillet kaplar. Oysa onlar sapasağlam iken de secdeye davet ediliyorlardı.

فَذَرْنِي وَمَنْ يُكَذِّبُ بِهَذَا الْحَدِيثِ سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَ (٤٤)

44-)

Diyanet: (Ey Muhammed!) Bu sözü (Kur'an'ı) yalanlayanlarla beni baş başa bırak. Biz onları bilemeyecekleri biçimde adım adım helâka yaklaştıracağız.

Diyanet Vakfı: (Resûlüm!) Sen bu sözü (Kur'an'ı) yalan sayanı bana bırak (kendini üzme). Biz onları, bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş azaba yaklaştırıyoruz.

E. Hamdi Yazır: Bu sözü yalanlayanı bana bırak. Onları bilmedikleri yönden derece derece azaba yaklaştıracağız.

وَأُمْلِي لَهُمْ إِنَّ كَيْدِي مَتِينٌ (٤٥)

45-)

Diyanet: Onlara mühlet veriyorum. Şüphesiz benim tuzağım sağlamdır.

Diyanet Vakfı: Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu benim fendim çok sağlamdır!

E. Hamdi Yazır: Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu benim tuzağım sağlamdır.

أَمْ تَسْأَلُهُمْ أَجْرًا فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَ (٤٦)

46-)

Diyanet: Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar bu yüzden ağır bir borç yükü altına mı girmişlerdir?

Diyanet Vakfı: Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?

E. Hamdi Yazır: Yoksa onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?

أَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ (٤٧)

47-)

Diyanet: Yahut gayb (Levh-i Mahfuz) kendi yanlarında da onlar mı (bundan aktarıp) yazıyorlar?

Diyanet Vakfı: Yahut gaybın bilgisi onların nezdinde de, onlar mı (istedikleri gibi) yazıyorlar?

E. Hamdi Yazır: Yoksa gayb onların yanlarında da onlar mı yazıyorlar?

فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِ إِذْ نَادَى وَهُوَ مَكْظُومٌ (٤٨)

48-)

Diyanet: Sen, Rabbinin hükmüne sabret. Balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, (balığın karnında) kederli bir hâlde Rabbine yakarmıştı.

Diyanet Vakfı: Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani o, dertli dertli Rabbine niyaz etmişti.

E. Hamdi Yazır: Rabbinin hükmüne sabret, balık sahibi gibi olma. Hani o öfkeye boğulmuş da nida etmişti.

لَوْلَا أَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّهِ لَنُبِذَ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ (٤٩)

49-)

Diyanet: Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı, o mutlaka kınanmış bir hâlde ıssız bir yere atılacaktı.

Diyanet Vakfı: Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı o, mutlaka, kınanacak bir halde ıssız bir diyara atılacaktı.

E. Hamdi Yazır: Rabbinden bir nimet yetişmiş olmasaydı, elbette kınanacak bir halde ıssız bir diyara atılacaktı.

فَاجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِحِينَ (٥٠)

50-)

Diyanet: (Fakat böyle olmadı.) Rabbi onu (peygamber olarak) seçti ve salih kimselerden kıldı.

Diyanet Vakfı: Fakat ardından, Rabbi onu seçti (vahiy verdi) ve onu sâlihlerden kıldı.

E. Hamdi Yazır: Fakat Rabbi onu seçti de iyilerden kıldı.

وَإِنْ يَكَادُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِأَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ إِنَّهُ لَمَجْنُونٌ (٥١)

51-)

Diyanet: Şüphesiz inkâr edenler Zikr'i (Kur'an'ı) duydukları zaman neredeyse seni gözleriyle devirecekler. (Senin için,) "Hiç şüphe yok o bir delidir" diyorlar.

Diyanet Vakfı: O inkâr edenler Zikr'i (Kur'an'ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. Hâla da (kin ve hasetlerinden:) "Hiç şüphe yok o bir delidir" derler.

E. Hamdi Yazır: O kafirler Kur'ân'ı işittikleri zaman neredeyse seni gözleri ile devireceklerdi. Bir de durmuşlar "o bir deli" diyorlar.

وَمَا هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَمِينَ (٥٢)

52-)

Diyanet: Hâlbuki o (Kur'an), âlemler için ancak bir öğüttür.

Diyanet Vakfı: Oysa o (Kur'an), âlemler için ancak bir öğüttür.

E. Hamdi Yazır: Halbuki o âlemler için bir öğüttür.

Diğer Sitelerimiz



Arapça Latin harf Arapça okumada zorluk çekenlere kolaylık olması açısından konulmuştur. En kısa zamanda ses dosyaları da eklenecektir.

İletişim