Ayetel Kürsi

Ayetel Kürsi hakkında Hadisi Şerif; "Yatağa girdin mi Ayetel Kürsi'yi sonuna kadar oku. Bunu yaparsan Allah senin üzerine muhafız bir melek diker, sabah oluncaya kadar sana şeytan yaklaşamaz."

 

Hicr Suresi (Hicr Sûresî) okunuşu ve anlamı

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُبِينٍ (١)

1-)

Diyanet: Elif Lâm Râ. Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur'an'ın âyetleridir.

Diyanet Vakfı: Elif. Lâm. Râ. Bunlar Kitab'ın ve apaçık bir Kur'an'ın âyetleridir.

E. Hamdi Yazır: Elif, Lâm, Râ. Bunlar kitabın ve apaçık bir Kur'ân'ın âyetleridir.

رُبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِمِينَ (٢)

2-)

Diyanet: İnkâr edenler, "Keşke müslüman olsaydık" diye çok arzu edeceklerdir.

Diyanet Vakfı: İnkâr edenler zaman zaman, keşke biz de müslüman olsaydık, diye arzu ederler.

E. Hamdi Yazır: Bir zaman gelecek ki inkâr edenler, keşke müslüman olsaydık temennisinde bulunacaklardır.

ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْأَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ (٣)

3-)

Diyanet: Bırak onları yesinler (içsinler), yararlansınlar; emelleri onları oyalayadursun. İleride (gerçeği) bilecekler.

Diyanet Vakfı: Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalaya dursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler!

E. Hamdi Yazır: Onları bırak yesinler, içsinler, zevk alsınlar; arzu onları oyalasın ilerde bileceklerdir.

وَمَا أَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ إِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ (٤)

4-)

Diyanet: Helâk ettiğimiz her memleketin mutlaka bilinen bir yazısı (belli vakti) vardır.

Diyanet Vakfı: Helâk ettiğimiz hiçbir ülke yoktur ki hakkında (bizce) bilinen bir yazgı olmasın.

E. Hamdi Yazır: Biz hiçbir memleketi (Allah katında) bilinen bir zamanı olmaksızın helak etmedik.

مَا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ (٥)

5-)

Diyanet: Hiçbir toplum ecelini geçemez ve ondan geri de kalamaz.

Diyanet Vakfı: Hiçbir millet, ecelinin önüne geçemez, ve onu geciktiremez.

E. Hamdi Yazır: Hiçbir millet, ecelinin önüne geçemez ve onu geciktiremez.

وَقَالُوا يَا أَيُّهَا الَّذِي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ إِنَّكَ لَمَجْنُونٌ (٦)

6-)

Diyanet: Dediler ki: "Ey kendisine Zikir (Kur'an) indirilen kimse! Sen mutlaka delisin!"

Diyanet Vakfı: Dediler ki: "Ey kendisine Kur'an indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun!"

E. Hamdi Yazır: Dediler ki: "Ey kendisine Kur'ân indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun."

لَوْ مَا تَأْتِينَا بِالْمَلَائِكَةِ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (٧)

7-)

Diyanet: "Eğer doğru söyleyenlerden isen bize melekleri getirsene!"

Diyanet Vakfı: "Eğer doğru söyleyenlerden idiysen, bize melekleri getirmeliydin."

E. Hamdi Yazır: "Eğer peygamberlik davanda doğru kimselerdensen, bize melekleri getirmeliydin."

مَا نُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ إِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُوا إِذًا مُنْظَرِينَ (٨)

8-)

Diyanet: Biz, melekleri ancak hak ve hikmete uygun olarak indiririz. O zaman da onlara mühlet verilmez.

Diyanet Vakfı: Biz melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman onlara mühlet verilmez.

E. Hamdi Yazır: Biz o melekleri ancak, hak ile indiririz. Ve indirildikleri vakit de onlara (kâfirlere) hiç mühlet verilmez.

إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ (٩)

9-)

Diyanet: Şüphesiz o Zikr'i (Kur'an'ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.

Diyanet Vakfı: Kur an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.

E. Hamdi Yazır: Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ فِي شِيَعِ الْأَوَّلِينَ (١٠)

10-)

Diyanet: Ey Muhammed! Andolsun, senden önceki topluluklara da peygamber gönderdik.

Diyanet Vakfı: Andolsun, senden önceki milletler arasında da elçiler gönderdik.

E. Hamdi Yazır: Andolsun, senden önceki milletler arasında da peygamberler gönderdik.

وَمَا يَأْتِيهِمْ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (١١)

11-)

Diyanet: Onlar kendilerine gelen her peygamberle alay ediyorlardı.

Diyanet Vakfı: Onlara bir peygamber gelmeyedursun, hemen onunla alay ederlerdi.

E. Hamdi Yazır: Onlara hiçbir peygamber gelmiyordu ki onunla alay etmiş olmasınlar.

كَذَلِكَ نَسْلُكُهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ (١٢)

12-)

Diyanet: Aynı şekilde (onların tutumlarına uygun olarak) biz onu suçluların kalbine sokarız.

Diyanet Vakfı: İşte böylece biz onu, (inkârcılığı) suçluların kalplerine sokarız.

E. Hamdi Yazır: Biz o küfrü suçluların kalbine işte böyle sokarız.

لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ (١٣)

13-)

Diyanet: Önceki milletlerin (helâkine dair Allah'ın) kanunu geçmiş iken onlar buna (Kur'an'a) inanmazlar.

Diyanet Vakfı: Öncekilerin başına gelenlerden ders almaları gerekirken onlar hala buna (Kur'an'a) inanmıyorlar.

E. Hamdi Yazır: Kur'âna iman etmezler, halbuki öncekilerin sünneti (inanmadıkları için başlarına gelenler) gelip geçmiştir.

وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَابًا مِنَ السَّمَاءِ فَظَلُّوا فِيهِ يَعْرُجُونَ (١٤)

14-)

Diyanet: Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıkmaya koyulsalar,

Diyanet Vakfı: Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar,

E. Hamdi Yazır: Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar,

لَقَالُوا إِنَّمَا سُكِّرَتْ أَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ (١٥)

15-)

Diyanet: yine "Gözlerimiz döndürüldü, biz herhâlde büyülenmiş bir toplumuz" derlerdi.

Diyanet Vakfı: "Gözlerimiz boyandı, daha doğrusu bize büyü yapılmıştır" derler.

E. Hamdi Yazır: "Gözlerimiz perdelendi, daha doğrusu bize büyü yapılmıştır" derler.

وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِرِينَ (١٦)

16-)

Diyanet: Andolsun, biz gökte burçlar yaptık ve onu, bakanlar için süsledik.

Diyanet Vakfı: Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve seyr edenler için onu süsledik.

E. Hamdi Yazır: Andolsun biz, gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için onu süsledik.

وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَجِيمٍ (١٧)

17-)

Diyanet: Onu kovulmuş her şeytandan koruduk.

Diyanet Vakfı: Onları, taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan koruduk.

E. Hamdi Yazır: Ve göğü taşlanan bütün şeytanlardan koruduk.

إِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُبِينٌ (١٨)

18-)

Diyanet: Ancak kulak hırsızlığı eden olursa, onu da parlak bir ateş takip etmektedir.

Diyanet Vakfı: Ancak kulak hırsızlığı eden müstesna. Onun da peşine açık bir alev sütunu düşmüştür.

E. Hamdi Yazır: Ancak kulak hırsızlığı eden şeytan hariç, onu apaçık bir alev sütunu takip eder.

وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ (١٩)

19-)

Diyanet: Yeri de yaydık, ona sabit dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü (bir biçimde) her şeyi bitirdik.

Diyanet Vakfı: Yeri uzatıp yaydık, orada sabit dağlar yerleştirdik, yine orada miktarı ve ölçüsü belirli olan şeyler bitirdik.

E. Hamdi Yazır: Yeryüzünü düzgün bir şekilde yarattık ve oraya sabit dağlar yerleştirdik. Orada hikmetle ölçülmüş her şeyden bitkiler bitirdik.

وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِقِينَ (٢٠)

20-)

Diyanet: Orada hem sizin için, hem de sizin rızık vermediğiniz kimseler için geçimlikler meydana getirdik.

Diyanet Vakfı: Orada hem sizin için hem de rızıkları size ait olmayanlar için (gerekli) geçim vasıtaları yarattık.

E. Hamdi Yazır: Orada hem sizin için, hem de sizin rızıklarını veremediğiniz kimseler için geçim yollarını yarattık.

وَإِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا عِنْدَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ (٢١)

21-)

Diyanet: Hiçbir şey yoktur ki hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz.

Diyanet Vakfı: Her şeyin hazineleri yalnız bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz.

E. Hamdi Yazır: Her şeyin hazineleri yalnız bizim yanımızdadır. Fakat biz, onu ancak ihtiyaca göre, belli ölçülerde veririz.

وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَسْقَيْنَاكُمُوهُ وَمَا أَنْتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ (٢٢)

22-)

Diyanet: Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık. Onu toplayıp depolayan da siz değilsiniz.

Diyanet Vakfı: Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirdik de onunla su ihtiyacınızı karşıladık. (Biz bunları yapmasaydık) siz onu (yeterli) suyu depolayamazdınız.

E. Hamdi Yazır: Biz rüzgarları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirip sizi onunla suladık. O suyu hazinelerde tutan da siz değilsiniz.

وَإِنَّا لَنَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ (٢٣)

23-)

Diyanet: Hiç şüphesiz biz diriltir, biz öldürürüz ve biz (her şeye gerçek) varisleriz

Diyanet Vakfı: Şüphesiz biz diriltir ve biz öldürürüz! Ve her şeye biz vâris oluruz.

E. Hamdi Yazır: Elbette biz diriltiriz ve biz öldürürüz! Ve hepsinin varisleri de biziz.

وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِمِينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِرِينَ (٢٤)

24-)

Diyanet: Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sonraya kalanları da.

Diyanet Vakfı: Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, geri kalanları da biliriz.

E. Hamdi Yazır: Andolsun ki biz, içinizden İslâm'da öne geçmek isteyenleri de biliriz, geri kalmak isteyenleri de biliriz.

وَإِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْ إِنَّهُ حَكِيمٌ عَلِيمٌ (٢٥)

25-)

Diyanet: Şüphesiz senin Rabbin onları diriltip bir araya getirecektir. Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.

Diyanet Vakfı: Şüphesiz Rabbin onları (kıyamette) toplayacaktır. Çünkü O, hakîmdir, alîmdir.

E. Hamdi Yazır: Şüphesiz Rabbin O'dur ki, onları kıyamet gününde hesaba çekmek için toplayacaktır. O, hikmet sahibidir, bilendir.

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ (٢٦)

26-)

Diyanet: Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık.

Diyanet Vakfı: Andolsun biz insanı, (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık.

E. Hamdi Yazır: Andolsun ki biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.

وَالْجَانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ (٢٧)

27-)

Diyanet: Cinleri de daha önce dumansız ateşten yaratmıştık.

Diyanet Vakfı: Cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık.

E. Hamdi Yazır: Cinleri de daha önce insan vücudunun gözeneklerinden geçebilen güçlü bir ateşten yarattık.

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ (٢٨)

28-)

Diyanet: Hani Rabbin meleklere, "Ben kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş balçıktan bir insan yaratacağım.

Diyanet Vakfı: Hani Rabbin meleklere demişti ki: "Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım."

E. Hamdi Yazır: Ey Peygamber! Rabbinin meleklere şöyle dediğini hatırla: "Ben, kuru balçıktan, şekil verilmiş kokuşmuş çamurdan bir insan yaratacağım."

فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ (٢٩)

29-)

Diyanet: Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için hemen saygı ile eğilin" demişti.

Diyanet Vakfı: "Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan ütlediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!"

E. Hamdi Yazır: Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın."

فَسَجَدَ الْمَلَائِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ (٣٠)

30-)

Diyanet: Bunun üzerine bütün melekler saygı ile eğildiler.

Diyanet Vakfı: Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler.

E. Hamdi Yazır: Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde ettiler.

إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى أَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ (٣١)

31-)

Diyanet: Ancak İblis, saygı ile eğilenlerle beraber olmaktan kaçındı.

Diyanet Vakfı: Fakat İblis hariç! O, secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı.

E. Hamdi Yazır: Yalnız İblis hariç. O secde edenlerle beraber olmaktan çekinmişti.

قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا لَكَ أَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ (٣٢)

32-)

Diyanet: Allah, "Ey İblis! Saygı ile eğilenlerle beraber olmamandaki maksadın ne?" dedi.

Diyanet Vakfı: (Allah:) Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmayışının sebebi nedir? dedi.

E. Hamdi Yazır: Allah buyurdu ki: "Ey İblis! Ne oluyor sana da, secde edenlerle beraber olmuyorsun?"

قَالَ لَمْ أَكُنْ لِأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ (٣٣)

33-)

Diyanet: İblis dedi ki: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan yarattığın insan için saygı ile eğilemem."

Diyanet Vakfı: (İblis:) Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim, dedi.

E. Hamdi Yazır: İblis şöyle dedi: "Kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir insana secde edemezdim."

قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ (٣٤)

34-)

Diyanet: Allah, "Öyleyse çık oradan, çünkü sen kovuldun.

Diyanet Vakfı: Allah şöyle buyurdu: Öyle ise oradan çık! Artık kovuldun!

E. Hamdi Yazır: Allah şöyle buyurdu: "Öyle ise oradan çık! Sen, artık kovulmuş birisin."

وَإِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ إِلَى يَوْمِ الدِّينِ (٣٥)

35-)

Diyanet: Şüphesiz hesap gününe kadar lânet senin üzerinedir" dedi.

Diyanet Vakfı: Muhakkak ki kıyamet gününe kadar lânet senin üzerine olacaktır!

E. Hamdi Yazır: "Kıyamet gününe kadar lanet senin üzerindedir."

قَالَ رَبِّ فَأَنْظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ (٣٦)

36-)

Diyanet: İblis: "Rabbim! Öyle ise onların tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver" dedi.

Diyanet Vakfı: (İblis:) Rabbim! Öyle ise, (varlıkların) tekrar dirileceği güne kadar bana mühlet ver, dedi.

E. Hamdi Yazır: İblis: "Rabbim! Öyle ise insanların kabirlerinden kaldırılacakları güne (kıyamete) kadar bana mühlet ver" dedi.

قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرِينَ (٣٧)

37-)

Diyanet: Allah da, "O hâlde,

Diyanet Vakfı: Allah buyurdu ki: "Sen mühlet verilenlerdensin"

E. Hamdi Yazır: Allah buyurdu ki: "Sen mühlet verilenlerdensin."

إِلَى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ (٣٨)

38-)

Diyanet: sen vakti (yalnızca benim tarafımdan) bilinen güne (kıyamete) kadar mühlet verilenlerdensin" dedi.

Diyanet Vakfı: "Allah katında bilinen vaktin gününe kadar..."

E. Hamdi Yazır: "Allah katında bilinen vaktin gününe kadar..."

قَالَ رَبِّ بِمَا أَغْوَيْتَنِي لَأُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْأَرْضِ وَلَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ (٣٩)

39-)

Diyanet: İblis, "Rabbim! Beni azdırmana karşılık, andolsun ki yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim,

Diyanet Vakfı: (İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!

E. Hamdi Yazır: İblis şöyle dedi: "Rabbim! Beni saptırdığın için, mutlaka ben de yeryüzünde onlara günahları süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!"

إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ (٤٠)

40-)

Diyanet: içlerinde ihlâsa erdirilmiş kulların hariç, onların hepsini azdıracağım" dedi.

Diyanet Vakfı: Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna.

E. Hamdi Yazır: "Ancak içlerinden ihlaslı kulların müstesnâdır."

قَالَ هَذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَقِيمٌ (٤١)

41-)

Diyanet: Allah, "İşte bu bana ulaştıran dosdoğru yoldur.

Diyanet Vakfı: (Allah) şöyle buyurdu: "İşte bana varan dosdoğru yol budur."

E. Hamdi Yazır: Allah şöyle buyurdu: "İşte bana ulaşan dosdoğru yol budur."

إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ إِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاوِينَ (٤٢)

42-)

Diyanet: Azgınlardan sana uyanlar dışında, kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin yoktur" dedi.

Diyanet Vakfı: "Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna."

E. Hamdi Yazır: "Sana uyan azgınlardan başka, kullarımın üzerinde hiçbir nüfuzun yoktur."

وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ أَجْمَعِينَ (٤٣)

43-)

Diyanet: Şüphesiz cehennem, onların hepsinin buluşacağı yerdir.

Diyanet Vakfı: Muhakkak cehennem, onların hepsine vâdolunan yerdir.

E. Hamdi Yazır: "Şüphesiz ki onların hepsine vaad edilen yer cehennemdir."

لَهَا سَبْعَةُ أَبْوَابٍ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ (٤٤)

44-)

Diyanet: Onun yedi kapısı vardır ve her kapıya onlardan bir grup ayrılmıştır.

Diyanet Vakfı: Cehennemin yedi kapısı vardır. Onlardan her kapı için birer gurup ayrılmıştır.

E. Hamdi Yazır: "Cehennemin yedi kapısı vardır. O kapıların herbiri için birer grup ayrılmıştır."

إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ (٤٥)

45-)

Diyanet: Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, cennetler içinde ve pınarlar başındadır.

Diyanet Vakfı: (Allah'ın azabından korkup rahmetine sığınan) takvâ sahipleri, mutlaka cennetlerde ve pınar başlarında olacaklar.

E. Hamdi Yazır: Allahtan korkanlar, elbette cennetlerde ve pınarların başındadırlar.

ادْخُلُوهَا بِسَلَامٍ آمِنِينَ (٤٦)

46-)

Diyanet: Onlara, "Girin oraya esenlikle, güven içinde" denilir.

Diyanet Vakfı: "Oraya emniyet ve selâmetle girin" (denilir, onlara).

E. Hamdi Yazır: Onlara: "Selametle güven içinde oraya girin" denir.

وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ إِخْوَانًا عَلَى سُرُرٍ مُتَقَابِلِينَ (٤٧)

47-)

Diyanet: Biz, onların kalplerindeki kini söküp attık. Artık onlar sedirler üzerinde, kardeşler olarak karşılıklı otururlar.

Diyanet Vakfı: Biz, onların gönüllerindeki kini söküp attık; onlar artık köşkler üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklar.

E. Hamdi Yazır: Biz o cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak sevinç içinde karşılıklı koltuklara otururlar.

لَا يَمَسُّهُمْ فِيهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَجِينَ (٤٨)

48-)

Diyanet: Onlara orada hiçbir yorgunluk dokunmaz, onlar oradan çıkarılacak da değillerdir.

Diyanet Vakfı: Onlara orada hiçbir yorgunluk gelmeyecek ve onlar, oradan çıkarılmayacaklardır.

E. Hamdi Yazır: Orada kendilerine hiçbir yorgunluk gelmeyecek. Oradan çıkarılacak da değillerdir.

نَبِّئْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ (٤٩)

49-)

Diyanet: Ey Muhammed! Kullarıma, benim elbette çok bağışlayıcı, çok merhametli olduğumu,

Diyanet Vakfı: (Resûlüm!) Kullarıma, benim, çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver.

E. Hamdi Yazır: Kullarıma haber ver ki, gerçekten ben çok bağışlayıcı ve pek merhamet ediciyim.

وَأَنَّ عَذَابِي هُوَ الْعَذَابُ الْأَلِيمُ (٥٠)

50-)

Diyanet: azabımın da elem dolu azap olduğunu haber ver.

Diyanet Vakfı: Benim azabımın elem verici bir azap olduğunu da bildir.

E. Hamdi Yazır: Bununla beraber azabım da çok acıklı bir azabdır. Bunları geçmişten bazı örneklerle açıklamak üzere:

وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ (٥١)

51-)

Diyanet: Onlara İbrahim'in misafirlerinden de haber ver.

Diyanet Vakfı: Onlara İbrahim'in misafirlerinden (meleklerden) de haber ver.

E. Hamdi Yazır: Hem o kullara, İbrahim'in misafirlerinden de haber ver.

إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا قَالَ إِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ (٥٢)

52-)

Diyanet: Hani misafirler İbrahim'in yanına girmiş ve "Selâm" demişlerdi. O da, "Gerçekten biz sizden korkuyoruz" demişti.

Diyanet Vakfı: Onun yanına girdikleri zaman, "selam" dediler. (İbrahim:) Biz sizden çekiniyoruz, dedi.

E. Hamdi Yazır: Hani melekler, İbrahim'in yanına girdikleri zaman, "selam" demişler, İbrahim de onlara: "Biz sizden korkuyoruz" demişti.

قَالُوا لَا تَوْجَلْ إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ (٥٣)

53-)

Diyanet: Onlar, "Korkma, biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz" dediler.

Diyanet Vakfı: Dediler ki: Korkma; biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz.

E. Hamdi Yazır: Melekler: "Korkma! Gerçekten biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz" dediler.

قَالَ أَبَشَّرْتُمُونِي عَلَى أَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ (٥٤)

54-)

Diyanet: İbrahim, "Bana yaşlılık gelip çatmış iken beni mi müjdeliyorsunuz? Bana neyi müjdeliyorsunuz?" dedi.

Diyanet Vakfı: (İbrahim:) Bana ihtiyarlık çökmesine rağmen beni müjdeliyor musunuz? Beni ne ile müjdeliyorsunuz? dedi.

E. Hamdi Yazır: İbrahim dedi ki: "Bana ihtiyarlık gelmişken, beni mi müjdeliyorsunuz, neye dayanarak beni müjdeliyorsunuz?"

قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْقَانِطِينَ (٥٥)

55-)

Diyanet: "Biz sana gerçeği müjdeledik. Sakın ümitsizlerden olma" dediler.

Diyanet Vakfı: Sana gerçeği müjdeledik, sakın ümitsizliğe düşenlerden olma! dediler.

E. Hamdi Yazır: Melekler: "Seni gerçekle müjdeliyoruz. Sakın Allah'ın rahmetinden ümidini kesenlerden olma!" dediler.

قَالَ وَمَنْ يَقْنَطُ مِنْ رَحْمَةِ رَبِّهِ إِلَّا الضَّالُّونَ (٥٦)

56-)

Diyanet: Dedi ki: "Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?"

Diyanet Vakfı: (İbrahim:) dedi ki: Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?

E. Hamdi Yazır: İbrahim dedi ki: "Rabbimin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?"

قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ (٥٧)

57-)

Diyanet: İbrahim, "Ey Elçiler! Göreviniz nedir?" dedi.

Diyanet Vakfı: "Ey elçiler! (Başka) ne işiniz var?" dedi.

E. Hamdi Yazır: "Ey elçiler! Başka ne işiniz var?" dedi.

قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمٍ مُجْرِمِينَ (٥٨)

58-)

Diyanet: Şöyle dediler: "Şüphesiz biz suçlu bir millete gönderildik.

Diyanet Vakfı: Dediler ki: "Biz, suçlu bir topluma (onları helâk etmeye) gönderildik."

E. Hamdi Yazır: Melekler şöyle dediler: "Biz suçlu bir kavmi cezalandırmak için gönderildik.

إِلَّا آلَ لُوطٍ إِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ أَجْمَعِينَ (٥٩)

59-)

Diyanet: Lût'un ailesi başka (Onlar suçlu değillerdir). Lût'un karısı dışında onların hepsini kurtaracağız.

Diyanet Vakfı: "Ancak Lût ailesi hariç. Onların hepsini kurtaracağız."

E. Hamdi Yazır: Ancak Lût ailesi müstesnâdır. Biz, onların hepsini muhakkak kurtaracağız.

إِلَّا امْرَأَتَهُ قَدَّرْنَا إِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِرِينَ (٦٠)

60-)

Diyanet: Biz, onun geride kalanlardan olmasını takdir ettik.

Diyanet Vakfı: "(Fakat Lût'un) karısı müstesna; biz onun geri kalanlardan olmasını takdir ettik."

E. Hamdi Yazır: Yalnız Lût'un karısı müstesnâ, çünkü onun helak edilenlerle birlikte yok edilmesini takdir ettik.

فَلَمَّا جَاءَ آلَ لُوطٍ الْمُرْسَلُونَ (٦١)

61-)

Diyanet: Elçiler (melekler) Lût'un ailesine gelince,

Diyanet Vakfı: Melek olan elçiler Lût âilesine gelince,

E. Hamdi Yazır: Melek olan elçiler, Lût kavmine gelince,

قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ (٦٢)

62-)

Diyanet: Lût onlara, "Gerçekten siz tanınmayan kimselersiniz" dedi.

Diyanet Vakfı: Lût onlara: "Hakikaten siz tanınmayan kimselersiniz" dedi.

E. Hamdi Yazır: Lût dedi ki: "Doğrusu siz ürkülecek bir kavimsiniz."

قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا فِيهِ يَمْتَرُونَ (٦٣)

63-)

Diyanet: Dediler ki: "Evet, fakat biz sana (kavminin) şüphe etmekte olduğu azabı getirdik."

Diyanet Vakfı: Dediler ki: "Bilakis, biz sana, onların şüphe etmekte oldukları şeyi (azabı ve helâkı) getirdik.

E. Hamdi Yazır: Elçiler dediler ki: "Bilakis biz sana onların şüphe ettiği azabı getirdik."

وَأَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَإِنَّا لَصَادِقُونَ (٦٤)

64-)

Diyanet: "Biz, sana gerçeği getirdik. Şüphesiz biz doğru söyleyenleriz."

Diyanet Vakfı: Sana gerçeği getirdik; biz, hakikaten doğru söyleyenleriz.

E. Hamdi Yazır: "Sana gerçeği getirdik; biz elbette doğru söylüyoruz."

فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ اللَّيْلِ وَاتَّبِعْ أَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ أَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ (٦٥)

65-)

Diyanet: "Gecenin bir bölümünde aile fertlerini yola çıkar, sen de arkalarından git. Hiçbiriniz arkaya bakmasın. Emrolunduğunuz yere (doğru) geçin gidin."

Diyanet Vakfı: Gecenin bir bölümünde aile fertlerini yola çıkar, sen de arkalarından yürü. Sizden hiç kimse, sakın dönüp de ardına bakmasın, istenen yere gidin."

E. Hamdi Yazır: "Gecenin bir bölümünde aileni yola çıkar, sen de arkalarından yürü ve sizden kimse ardına bakmasın; istenen yere gidin."

وَقَضَيْنَا إِلَيْهِ ذَلِكَ الْأَمْرَ أَنَّ دَابِرَ هَؤُلَاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِحِينَ (٦٦)

66-)

Diyanet: Ona şu durumu kesin olarak bildirdik: "Sabaha çıkarken onların sonu kesilmiş olacak."

Diyanet Vakfı: Ona (Lût'a) şu hükmümüzü vahyettik: "Sabaha çıkarlarken mutlaka onların ardı kesilmiş olacaktır."

E. Hamdi Yazır: Biz, Lût'a şu kesin emri vahyettik: "Bu kâfirler sabaha çıkarken muhakkak kökleri kesilmiş olacaktır."

وَجَاءَ أَهْلُ الْمَدِينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ (٦٧)

67-)

Diyanet: Şehir halkı sevinerek geldiler.

Diyanet Vakfı: Şehir halkı, birbirlerini kutlayarak, (meleklerin yanına) geldiIer.

E. Hamdi Yazır: Şehir halkı, insan şeklindeki güzel yüzlü melekleri görünce, onlara iğrenç işlerini yapabileceklerini düşünüp sevinerek geldiler.

قَالَ إِنَّ هَؤُلَاءِ ضَيْفِي فَلَا تَفْضَحُونِ (٦٨)

68-)

Diyanet: Lût, dedi ki: "Şüphesiz bunlar benim misafirlerimdir. Sakın beni rezil etmeyin."

Diyanet Vakfı: (Lût) onlara "Bunlar benim misafirimdir. Sakın beni utandırmayın;

E. Hamdi Yazır: Lût, kavmine şöyle dedi: "Bunlar benim misafirlerimdir, beni rüsvay etmeyin."

وَاتَّقُوا اللَّهَ وَلَا تُخْزُونِ (٦٩)

69-)

Diyanet: "Allah'a karşı gelmekten sakının, beni utandırmayın" dedi.

Diyanet Vakfı: Allah'tan korkun, beni rezil etmeyin!" dedi.

E. Hamdi Yazır: "Allah'tan korkun! Beni mahcub etmeyin."

قَالُوا أَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَمِينَ (٧٠)

70-)

Diyanet: Onlar, "Biz seni insanlarla ilgilenmekten men etmemiş miydik" dediler.

Diyanet Vakfı: "Biz seni, elâlemin işine karışmaktan men etmemiş miydik?" dediler.

E. Hamdi Yazır: Lût kavmi şöyle dedi: "Biz sana kimsenin koruyuculuğunu yapmamanı söylememiş miydik?"

قَالَ هَؤُلَاءِ بَنَاتِي إِنْ كُنْتُمْ فَاعِلِينَ (٧١)

71-)

Diyanet: Lût: "İşte kızlarım. Eğer yapacaksanız (onlarla evlenebilirsiniz)" dedi.

Diyanet Vakfı: (Lût:) İşte kızlarım! (Düşündüğünüzü) yapacaksanız (onlarla evlenin), dedi.

E. Hamdi Yazır: Lût şöyle dedi: "İşte kızlarım! Düşündüğünüzü yapacaksanız (onlarla evlenin).

لَعَمْرُكَ إِنَّهُمْ لَفِي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ (٧٢)

72-)

Diyanet: (Melekler, Lût'a:) "Ömrüne andolsun ki onlar (şehvetten) gözleri dönmüş hâlde, sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlar (Bu durumda asla seni dinlemezler)" dediler.

Diyanet Vakfı: (Resûlüm!) Hayatın hakkı için onlar, sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı.

E. Hamdi Yazır: Resulüm! Ömrüne yemin olsun ki gerçekten onlar, sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı.

فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِقِينَ (٧٣)

73-)

Diyanet: Derken güneşin doğuşu sırasında, o korkunç uğultulu ses onları yakalayıverdi.

Diyanet Vakfı: Güneş doğarken onları o korkunç ses yakaladı.

E. Hamdi Yazır: Güneş doğarken o korkunç çığlık onları yakaladı.

فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجِّيلٍ (٧٤)

74-)

Diyanet: Hemen onların altını üstüne getirdik. Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.

Diyanet Vakfı: Böylece ülkelerinin üstünü altına getirdik. Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.

E. Hamdi Yazır: Biz, onların şehirlerinin üstünü altına geçirdik ve üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّمِينَ (٧٥)

75-)

Diyanet: Şüphesiz bunda düşünüp görebilen kimseler için ibretler vardır.

Diyanet Vakfı: İşte bunda ibret alanlar için işaretler vardır.

E. Hamdi Yazır: Gerçekten bunda, düşünen keskin anlayışlılar için ibretler vardır.

وَإِنَّهَا لَبِسَبِيلٍ مُقِيمٍ (٧٦)

76-)

Diyanet: O şehrin kalıntıları hâlâ mevcut olan bir yol üstünde duruyor.

Diyanet Vakfı: Onlar hâla gözler önünde duran bir yol üzerindedirler.

E. Hamdi Yazır: Hem o Lût kavminin bulunduğu şehir harabesi bir yol üzerinde bulunmaktadır.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِلْمُؤْمِنِينَ (٧٧)

77-)

Diyanet: Şüphesiz bunda inananlar için bir ibret vardır.

Diyanet Vakfı: Hakikaten bunda iman edenler için bir ibret vardır.

E. Hamdi Yazır: Şüphesiz ki, bunda iman edenler için bir ibret vardır.

وَإِنْ كَانَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ لَظَالِمِينَ (٧٨)

78-)

Diyanet: "Eyke" halkı da şüphesiz zalim idiler.

Diyanet Vakfı: Eyke halkı da gerçekten zalim idiler.

E. Hamdi Yazır: Eyke halkı da gerçekten zalimlerdi.

فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ وَإِنَّهُمَا لَبِإِمَامٍ مُبِينٍ (٧٩)

79-)

Diyanet: Onlardan da intikam aldık. İkisi de (Lût kavminin yaşadığı Sodom ile Şu'ayb kavminin yaşadığı Eyke) belirgin bir anayol üzerinde idiler.

Diyanet Vakfı: Biz onlardan da intikam aldık. İkisi de (Eyke ve Medyen) açık bir yol üzerindedir.

E. Hamdi Yazır: Biz Eyke halkından da intikâm aldık. İkisi de (Eyke ve Medyen) açık bir yol üzerindedir.

وَلَقَدْ كَذَّبَ أَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَلِينَ (٨٠)

80-)

Diyanet: Andolsun, Hicr halkı da peygamberleri yalanlamıştı.

Diyanet Vakfı: Andolsun, Hicr halkı da peygamberleri yalanlamıştı.

E. Hamdi Yazır: Şüphesiz ki, Hıcr halkı da peygamberleri yalanladılar.

وَآتَيْنَاهُمْ آيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ (٨١)

81-)

Diyanet: Biz, onlara âyetlerimizi vermiştik de onlardan yüz çevirmişlerdi.

Diyanet Vakfı: Biz onlara mucizelerimizi vermiştik; fakat onlardan yüz çevirmişlerdi.

E. Hamdi Yazır: Biz, onlara âyetlerimizi vermiştik de onlar, yüz çeviriyorlardı

وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا آمِنِينَ (٨٢)

82-)

Diyanet: Onlar güven içinde dağlardan evler yontuyorlardı.

Diyanet Vakfı: Onlar, dağlardan emniyet içinde kalacakları evler oyarlardı

E. Hamdi Yazır: Onlar, dağlardan emniyetli emniyetli evler yontuyorlardı.

فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِحِينَ (٨٣)

83-)

Diyanet: Onları da sabaha çıkarlarken o korkunç uğultulu ses yakalayıverdi.

Diyanet Vakfı: Onları da sabaha çıkarlarken o korkunç ses yakaladı.

E. Hamdi Yazır: Onları da sabahleyin korkunç bir çığlık yakaladı.

فَمَا أَغْنَى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ (٨٤)

84-)

Diyanet: Kazanmakta oldukları şeyler kendilerine bir fayda vermedi.

Diyanet Vakfı: Kazanmakta oldukları şeyler onlardan hiçbir zararı savmadı.

E. Hamdi Yazır: Kazanmakta oldukları şeyler, onlardan hiçbir zararı savmadı.

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَإِنَّ السَّاعَةَ لَآتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَمِيلَ (٨٥)

85-)

Diyanet: Biz, gökleri, yeri ve her ikisi arasında bulunanları ancak hakka ve hikmete uygun olarak yarattık. Kıyamet günü mutlaka gelecektir. Sen şimdi güzel bir şekilde hoşgörü ile muamele et.

Diyanet Vakfı: Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri ancak hak ile yarattık. O saat (kıyamet), mutlaka gelecektir. Şimdilik onlara güzel muamele et.

E. Hamdi Yazır: Biz gökleri, yeri ve aralarındaki varlıkları ancak hak ve hikmetle yarattık ve elbette ki, kıyamet kopacaktır. (Ey Peygamber!) Şimdi sen onlara yumuşak davran ve güzel muamele et.

إِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلِيمُ (٨٦)

86-)

Diyanet: Şüphesiz, Rabbin hakkıyla yaratanın (ve her şeyi) bilenin ta kendisidir.

Diyanet Vakfı: Şüphesiz Rabbin hakkıyla yaratan pek iyi bilendir.

E. Hamdi Yazır: Şüphesiz Rabbin kemaliyle yaratandır ve iyi bilendir.

وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانِي وَالْقُرْآنَ الْعَظِيمَ (٨٧)

87-)

Diyanet: Andolsun, biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve büyük Kur'an'ı verdik.

Diyanet Vakfı: Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve yüce Kur'an'ı verdik.

E. Hamdi Yazır: Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi âyeti (Fatihayı) ve yüce Kur'ân'ı verdik.

لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِنِينَ (٨٨)

88-)

Diyanet: Kâfirlerden bir kısmını faydalandırdığımız şeylerde sakın gözün kalmasın. Onlara karşı mahzun olma ve mü'minlere (şefkat) kanadını indir.

Diyanet Vakfı: Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz dünya malına göz dikme, onlardan dolayı üzülme ve müminlere alçak gönüllü ol.

E. Hamdi Yazır: Sakın o kâfirlerden birtakımlarına verip de kendilerini zevklendirdiğimiz şeye (mal ve servete) heveslenip göz dikeyim deme. Onlardan dolayı üzülme. Müminlere merhamet kanatlarını indir.

وَقُلْ إِنِّي أَنَا النَّذِيرُ الْمُبِينُ (٨٩)

89-)

Diyanet: De ki: "Gerçekten ben, apaçık bir uyarıcıyım."

Diyanet Vakfı: De ki: Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcıyım.

E. Hamdi Yazır: De ki: "Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcıyım."

كَمَا أَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِمِينَ (٩٠)

90-)

Diyanet: Nitekim biz kendi kitaplarını parçalara ayıranlara da (kitap) indirmiştik.

Diyanet Vakfı: Nitekim biz, (Kur'an'ı) kısımlara ayıranlara azabı indirmişizdir.

E. Hamdi Yazır: (İnanmazsanız başınıza) tıpkı o taksimcilere (yahudi ve hıristiyanlara) indirdiğimiz azap gibi (bir azab inecektir).

الَّذِينَ جَعَلُوا الْقُرْآنَ عِضِينَ (٩١)

91-)

Diyanet: Ki onlar, (bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr ederek) Kur'an'ı da parça parça edenlerdir.

Diyanet Vakfı: Onlar, Kur'an'ı bölüp ayıranlardır.

E. Hamdi Yazır: Onlar, Kur'ân'ın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmayarak onu kısım kısım böldüler.

فَوَرَبِّكَ لَنَسْأَلَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ (٩٢)

92-)

Diyanet: Rabbine andolsun, onların hepsine mutlaka soracağız,

Diyanet Vakfı: Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini sorguya çekeceğiz.

E. Hamdi Yazır: Rabbin hakkı için biz, mutlaka onların hepsini hesaba çekeceğiz.

عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ (٩٣)

93-)

Diyanet: yapmakta olduklarını.

Diyanet Vakfı: Yaptıklarından dolayı.

E. Hamdi Yazır: Yaptıklarından dolayı.

فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ (٩٤)

94-)

Diyanet: Ey Muhammed! Şimdi sen, sana emrolunanı açıkça ortaya koy ve Allah'a ortak koşanlara aldırış etme.

Diyanet Vakfı: Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!

E. Hamdi Yazır: Şimdi sen emrolunduğunu açıkça tebliğ et. Müşriklerden yüz çevir.

إِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِئِينَ (٩٥)

95-)

Diyanet: Şüphesiz biz, Allah ile beraber başka ilâh edinen alaycılara karşı sana yeteriz.

Diyanet Vakfı: (Seninle) alay edenlere karşı biz sana yeteriz.

E. Hamdi Yazır: Muhakkak ki alay edenlere karşı biz sana yeteriz.

الَّذِينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ (٩٦)

96-)

Diyanet: İlerde bilecekler.

Diyanet Vakfı: Onlar Allah ile beraber başka bir tanrı edinenlerdir. (Kimin doğru olduğunu) yakında bilecekler!

E. Hamdi Yazır: Onlar Allah ile birlikte başkasını ilâh edinenlerdir. Onlar yakında bileceklerdir.

وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّكَ يَضِيقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَ (٩٧)

97-)

Diyanet: Andolsun, onların söyledikleri şeylerden dolayı göğsünün daraldığını biliyoruz.

Diyanet Vakfı: Onların söyledikleri şeyler yüzünden senin canının sıkıldığını andolsun biliyoruz.

E. Hamdi Yazır: Gerçekten biliriz ki, onların söylediklerine göğsün daralıyor.

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِدِينَ (٩٨)

98-)

Diyanet: O hâlde, Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt) ve secde edenlerden ol.

Diyanet Vakfı: Sen şimdi Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol!

E. Hamdi Yazır: O halde Rabbini hamd ile tesbih et. Ve secde edenlerden ol.

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ (٩٩)

99-)

Diyanet: Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.

Diyanet Vakfı: Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!

E. Hamdi Yazır: Ve sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.

Diğer Sitelerimiz



Arapça Latin harf Arapça okumada zorluk çekenlere kolaylık olması açısından konulmuştur. En kısa zamanda ses dosyaları da eklenecektir.

İletişim